Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

ATTİLÂ İLHAN (15 Haziran 1925 – 10 Ekim 2005)


Sahi, en karanlık günde kime başvurur insan? Haksızlığa karşı gelmek, özgürlüğe inanmak ve bunlar için sesini yükseltmek adına kimin sesine ihtiyaç duyar? Hangi yazara, hangi şaire, hangi ressama, hangi oyuncuya, hangi yüreğe, hangi insan evladına, hangi vicdana? Çek asıllı Fransız yazar, düşünür, son varoluşçu Milan Kundera’ya göre 1975’te Avrupa’da böyle biri yoktu. Peki şu anda, 50 yıl sonrasında Türkiye’de var mı? Ahh, Attilâ İlhan yaşasaydı...

***

“Cebbar oğlu Mehemmed!
Burcu burcu çam kokan bir yaz akşamı,
Omuz vermiş bir ağaç gölgesine,
Usul usul türkü söylüyor:       
- Hasret kuşun kanadında!
Deli kuşlar uçun gayrı,
Yazımız böyle yazılmış,
Bu diyardan göçün gayrı –
Kirveleri durdu ve Süleyman,
On sekiz adım gerisinde,
Şahin gibi tünemişler kayaların üstüne,
Avuçları sıcak, bakışları ok gibi,
Deliyor her dokunduğu yeri.
Biri doğuya bakıyor, diğeri batıya…

İptida durdu, görüyor geleni.
Yel midir, toz mudur anlamıyor.
Lakin bıyıkları terlemeden,
Çeteci olan garip Ökkeş,
Çok geçmeden getiriyor haberi.
Tabur tabur üstümüze varıyor.
Düşman yola çıktı Savranlı'dan…

Hemen mevziye sokuldu Mehemmed!
Yanı başında durdu ve gerisinde Süleyman.
Çeteler yer tutup pusu kurdular,
Kanlı geçit boyuna.
Düşman yanaşırken Kaman köyüne,
Bekletmeden yaylım ateşi açıldı.
Mermi kurşun, yağmur gibi saçıldı.
İlk seferinde on beş kişi vurdular
ve bir hayli düşman kırdılar.
Yamaçlarda koptu kızılca kıyamet.
Cesaretlerine söz yoktu ama
Neyleyip nitsinler düşman daha çoktu.
Düştü birer birer bütün yiğitler,
Gürültüler boğazda sustu nihayet…

Ölümün derdi büyük yiğenim, 
Demek diz üstü düşmüş Mehemmed!
Kirvesi Durdu'nun yanı başına.
Kanlar akar yarasından,
Al al olmuş çevresinden…

Köpük köpük gözlerini doldurur.
Bir başına Mehemmed, yedi düşman öldürür.
Mavzerinin namlusu hala sıcak,
Tutulmaz.
Çare bulunmaz…

Aynı akşam doğurmuş karısı Döne,
Mavi gözlü bir çocuk sarışın.
Bir avuç toprak sarmışlar altına
ve Kemâl koymuşlar adını…”

***

Bir şair düşünün! Binyıllardır süre gelen evrende, insan evladı var olduğu sürece, hep olan; sevgiye, aşka, beklentiye, hasrete, gülmeye, ağlamaya, ayrılığa, vuslata, kısacası; insana ait ne varsa, her duyguya, yeni bir anlam katsın dizelerinde.

Bir şair düşünün dostlar! Sevdamızın başımıza vurduğu saatlerde; mısralarıyla kalbimizin derinliklerine inip, içimizi titretsin.

Bir yazar aynı zamanda, bir gazeteci, bir düşün insanı! Tarihsel birikimi, geçmiş dönem kültürlerine olan hâkimiyeti ve bunlara eklediği ilerici tavrı ile kültürel yaşantımıza da katkısını dürüstçe sunsun.

Bir şair düşünün! Edebiyat yaşamına, 16 yaşında şiirle başlasın. Babasının etkisiyle, Divan Edebiyatı’nı öğrenmeye çalışsın. Mehmet Akif Ersoy’un, Necip Fazıl Kısakürek’in, Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirlerini okuyarak büyüsün. Ve çocukluğunda dinlediği masallar ve türküler sayesinde Dadaloğlu, Dertli, Gevheri gibi halk şairlerinin etkisiyle halk şiirini tanımış ve sevmiş, aynı zamanda usta diye bildiği Nâzım Hikmet’le de toplumculuğu tanımış olsun. 16 yaşında bir lise öğrencisiyken, Nâzım Hikmet’in şiirini kız arkadaşına yolladığı için ‘komünizm propagandası’ yapmak suçundan tutuklansın. Ve “Sansaryan Han” hücresine atılsın.

***

Cumhuriyet Halk Partisi, 1945 ve 1946 yılında olmak üzere sadece 2 yıl Şiir Yarışması düzenledi. İzmir’den gazeteci büyüğümüz Okan Yüksel ağabeyim ne güzel anlatır. 1946 yılındaki yarışmada; birinciliği,  Otuz Beş Yaş şiiriyle 36 yaşındaki Cahit Sıtkı Tarancı alır. İkinci, Cebbar Oğlu Mehemmed şiiriyle 21 yaşındaki genç Şair Attilâ İlhan’dır. Üçüncülüğe ise, 32 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı şiiri layık görülür.

"Ayrılık da sevdaya dâhil." demiş ya usta hani. "Ayrılanlar da hâlâ sevgili." Alın size; ayrılanlar için, kendini bu sevdanın içinde tutma sebebi. Bir umut, bir dile geliş, bir hâlâ bekleyiş!

"Sanmıştık ki ikimiz" demiş Attilâ İlhan, yâriyle aşkını anlatırken. "Yeryüzünde ancak birbirimiz için varız! İkimiz sanmıştık ki; tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız! Hiç yanılmamışız! Her an düşüp düşüp; kristal bir bardak gibi tuz parça kırılsak da, hâlâ içimizde o yanardağ ağzı, hâlâ kıpkızıl gülümseyen, -sanki ateşten bir tebessüm- zehir zemberek aşkımız.”

Ne olursa olsun, hep sevmekten vazgeçmeyen, sadece aşkları için bu dünyanın döndüğünü düşünen sevgililerin iç sesi adeta dizeler. Tüm sevgililerin hissettiği, ancak henüz dize dize dile gelmeyen iç sesler.

"İnsan bir düşünse" demiş ya bir yandan da, bir zaman. "Ne çok şey bulabilir; hatırlamak, gülmek ve ağlamak için." Hatırlamak, gülmek ve ağlamak için; düşünsel bir yolculuğun kapısını açmış adeta şair! Hatırlamak, gülmek ve ağlamak; inanın bu kadar kolay, inanın bu kadar insana dair.

***

Usta da sevmiş! Gülmüş, ağlamış, yaşamış taaa hayatın içinde, yaşayabildiğince. Yazmış ama hep; hep yazmış ve iyi ki de yazmış hâlâ oku oku doyamıyoruz, yazabildiğince.

“Ne vakit bir yaşamak düşünsem;
Bu kurtlar sofrasında belki zor,
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden…

Ne vakit bir yaşamak düşünsem;
Sus deyip adınla başlıyorum,
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin.
Hayır, başka türlü olmayacak.
Ben sana mecburum bilemezsin…” diyecek kadar sevmiş ve dile gelmiş yüreği.

***

“Ne kadınlar sevdim zaten yoktular!
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azıcık okşasam sanki çocuktular!
Bıraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular!
Böyle bir sevmek görülmemiştir…” diyecek kadar aforizmalarıyla, kim bilir belki de yaşan(ama)mışlıkları - yarım kalmışlıklarıyla; olmayanı sevmek, tarif edecek kadar kurmak düşlerinde. Ne kadınlar sevdi Attilâ İlhan, zaten yoktular. Sizce böyle bir sevmek görülmüş müdür?

***

“Gözlerin gözlerime değince,
Felaketim olurdu ağlardım…

Beni sevmiyordun bilirdim,
Bir sevdiğin vardı duyardım…

Çöp gibi bir oğlan ipince,
Hayırsızın biriydi fikrimce…

Ne vakit karşımda görsem;
Öldüreceğimden korkardım,
Felaketim olurdu ağlardım…”

Sevdiğinin bir başkasının sevdiğini bildiği halde ve gözleri gözlerine değdiğinde felaketi olup ağlayacak kadar sevmiş ya usta. Sevgi de bu değil mi? Karşılık beklemeden, ibadet eder gibi aynı, sevilmeyi beklemeden sevmek. Sadece sevmek. Dünyanın en güzel duygusu. Dünyanın en devrimci eylemi.

***

1948 yılında, 23 yaşındayken henüz, ilk şiir kitabı Duvar’ı çıkarır. Kitabın ilk bölümünde; Anadolu’nun yaptığı savaşlar, kahramanlıklar, yüce dağlar, toprak için verilen mücadele, insanların mekânla bütünleşen yaşam tarzları sergilenir. Zaman; Kurtuluş Savaşı öncesi, Fransızların işgali ve Cumhuriyet sonrasıdır. Bağımsızlık mücadelesi, bölge gerçekliği ve kahramanlıklarıyla anlatılırken. Şair; destan niteliğindeki denemelerini, bu şiirlerle yapar. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Dertli gibi halk ozanlarının söyleyişini, dönem şartlarıyla bütünleştirerek dile getirir. Kitabın diğer bölümü olan “Şafak Vakti Dünya”, İkinci Dünya Savaşı’nı ve faşizmi konu alır. Polonya, Belçika, Hollanda ve Fransa işgal edilirken; hürriyet, eşitlik, sulh ve saadet toprakları için, yani yaşamak için ölünürken. “Lili Marlen Türküsü” her gece Zagrep Radyosu'nda çalar:

"Biz dünyalılar yemin içtik: İmanımız var!
Hürriyet için hürriyet aşkına...

Savulacak dönem, 
Savulacak düşman;
Dehrin sefasını çektik,
Safasını süreceğiz...

Akşam olur,
Mektuplar hasretlik söyler.
Zagrep Radyosu’nda Lili Marlen türküsü...

Dost ağlar karanfilim, dost ağlar.
Marş söylemeden ölmek bize yakışmaz!

Ve biz yine yıldızlara bakarız.
Ve yine yıldızlar bize bakar...

Duadır!
Güneş baht olasın civan oğlum.
Hürriyet için dipçik tutan el dert görmesin..."

***

Kitaba adını veren Duvar şiiri ise; 2. Dünya Savaşı içinde kahredilen, bütün dünya duvarları için yazılmıştır. Şair; hücreyi, duvarların dilinden aktarır. Güneş görmemiş her duvar, her insanın farklı hikâyesine tanık olmuştur:

"Ben bir duvarım, hiç güneş görmedim!
Sen hiç güneş görmemiş bir başka duvar...

Biz de duvarız; 
Dinleyen, 
Duyan, 
Düşünen duvarlar...

Ve bizim kucağımızda kasırgalı insanlar...

İşte o çocuk yumruklu dev, 
O dev yumruklu çocuk...

Biz duvarız; 
Neyleyelim, 
Gözlerimiz ağlamayı bilmez...

Onu bir gece sabaha karşı,
Büsbütün götürdüler.
Kendi gitti ismi kaldı,
Yadigâr bağrımızda...

O zaman Mayıs’tı, 
Yağmurlar başımızda...

Biz idam duvarıyız, 
Karşımızda çok insan öldürdüler...

Öyle bakmayın, 
Bu yaralar şerefli yara değil...

Getirirler, 
Vururlar, 
Biz öyle dururuz...

Yağmurlar gözyaşı, 
Bulutlar mendil...

Elimizden ne geldi de yapmadık!
Ah öyle bakmayın; 
Utanırız, 
Kahroluruz!”

***

"Beni bir kere dövdüler, çok gözlüklüydüm.
Daha bere giyiyordum, bıyıklarım da duruyor.
Büyükdere’de dövdüler, Emirgan ve birileri.
Senin için dövdüler, dişlerimi tükürdüm...

Boş yerlerime vurdular, yumrukları duruyor.
Gecenin bir saatinde gizlice kustum.
Bir böcek yürüyordu boynumdan içeri.
Burnum mu kanıyordu, ağlıyor muydum?
Büyükdere’de dövdüler, Emirgan ve birileri…

Ayıran eden çıkmadı, susadım su veren yok.
Kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm.
Çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı.
Omzum bir vakit tutmadı, dişlerimi tükürdüm...

Fakat çok fena dövdüler, size ne söylüyorum.
Daha bere giyiyordum, bıyıklarım da duruyor.
Hiç kimse o halimde görsün istemiyordum.
Eczane aramak filan aklımdan geçmedi.
Sıcak bir şeyler içmek; otelde, motelde...

Kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm.
Dağıtılmış suratımı avuçlarına saklamayı.
Ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de.
Bir vakit omzum tutmadı, dişlerimi tükürdüm..."

Büyükdere'de dayak yediğinde; zoruna gitmiş, zoruna gitmiş ama her zamanki yapacağını yapmış, yazmış yine kalemince. Sevmiş demiştim ya, hani size çokça; çok sevmelerin şairi. Anladık ki, pek de sevmemişler hani. Ama o sevmeye devam etmiş. Ayrılmış, bırakıp gitmiş öznesi; acı çekmiş. Ama hep yazmış usta, Attilâ İlhan. Hep, her an. 

***

"Evvel zaman içinde,
Kalbur saman ölür.
Kubbelerde uğuldar bâkî.
Çeşmelerden akar sinan...

An gelir;
-Lâ ilâhe illallah-
Kanunî Süleyman ölür.
Görünmez bir mezarlıktır zaman...

Şair'ler dolaşır saf saf,
Tenhalarında Şiir söyleyerek...

Kim duysa / korkudan ölür.
-Tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır patlar...

An gelir,
Attila İlhan ölür..." dediği gibi tam; an geldi ve 10 Ekim 2005'te aramızdan ayrıldı. Biz sana mecburuz usta. Adını mıh gibi yazmışız kalbimize. Şiirlerin; tahrip gücü yüksek, hep yüreğimizde.

Ölmedi yaşıyor! Attilâ İlhan, 99 yaşında...

Biz hâlâ muhteşem dizelerinde, seni hissediyoruz. Şiir coğrafyasında aklımıza düştüğünde seni hatırlıyor, hatırlatıyor, anmaya, seni anlamaya çalışıyoruz. Ruhun şâd olsun Attilâ İlhan. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...
 

 

 




ARŞİV YAZILAR