Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

ÖLMEDİ, YAŞIYOR ESERLERİNDE; YAŞAR KEMÂL, 101 YAŞINDA…


Anlıyorum deme bana!
Anlayabilir misin hissettiklerimi?
Bakabilir misin hayata benim gözlerimden?
Sığdırabilir misin otuz iki seneyi beş dakikaya?
Çözebilir misin beynimin gizemini?
Silebilir misin unutmak istediklerimi?

Senin için yanlış olan değer yargılarımı,
Değiştirebilir misin anlayacağın şekilde?

Bir gülüşün kıymetini bilebilir misin?
Sevgilimin dudaklarındaki;
Ruhumda kopan fırtınaları,
Canlandırabilir misin hayâlinde?

Yaşayabilir misin aynı acı ve üzüntülerimi,
Delice düşlerimi sorgulayabilir misin içinde?

Boşuna anlıyorum deme bana!
İç içe yaşadığım bunca seneye rağmen,
Kendimi ben bile anlayamadım daha...

*****

Gün, Yaşar KEMÂL... Ölmedi, yaşıyor eserlerinde; Yaşar KEMÂL, 101 yaşında…

6 Ekim 1923'te, aynı bugünler gibi, Çukurova'nın sarı sıcağı henüz ovayı terk etmeden, nemli ve dingin bir Çukurova sabahında, Osmaniye'nin Hemite ilçesinde, hangi ebe doğurttu bilmem, çiftçi Sadık Efendi'den oldu, Nigâr Hanım'dan doğdu Kemâl Sadık GÖKÇELİ...

Evet, asıl adı Kemâl Sadık GÖKÇELİ'dir.

Sonrasında bir röportajda, çocukluğunu ve nereden geldiklerini şöyle anlatır Yaşar KEMÂL:

"Babam ile anam Doğu Anadolu'dan. 1915'te Rus ordusu Van'ı işgal edince, oradan bir buçuk yılda Çukurova'ya gelerek bu köye yerleşmişler. Köyde bizimkilerden başka Kürtçe konuşan hiç kimse yoktu. Ben kendimi bildiğimde Kürtçe sadece bizim evde konuşuluyordu.

Ben doğduğumda babam çok yaşlı, belki elli yaşın üstündeydi. Anam da on yedisinde, çok gençti. Evde babamın bir kardeşi, onun karısı, bir de akrabaları olan bir genç kız vardı.

Amcamın karısının bir elini, Van'da bir top gülle parçası almış götürmüştü. Aile, bir bey ailesiydi. Ailenin mensup olduğu Luvan aşiretinin son beyi Gulihan Bey, babamın amcasıydı."

*****

Henüz 5 yaşındaydı Kemâl Sadık, henüz 5 yaşında ve gözlerinin önünde, babası Çiftçi Sadık Efendi'yi camide öldürdüler.

Henüz 5 yaşındaydı, büyüdü Yaşar KEMÂL...

Bilir misiniz dostlar, böyle böyle büyür, itinayla incitilmiş yitik yürekler...

O günü de şöyle anlatır:

"Camide birlikteydik babamla. Birlikte namaz kılıyorduk. Geldi biri hançerledi babamı. Sırtından. Oracıkta. Sesi bile çıkmadı babamın. Hiç düşünmeden. Oracıkta hançeri soktu bir anda babamın sırtına...
O gece bildim ben, 'Bir gece ne kadar uzun olabilir' diye. O gece öğrendim. Sabaha kadar "yüreğim yanıyor" diye diye ağladım. Ardından da kekeme oldum ve on iki yaşıma kadar zor konuştum.

Yalnız türkü söylerken kekemeliğim geçiyordu. Kitap okurken de, okuryazar olduktan sonra da hiç kekelemedim. On iki yaşımdan sonra da kekemeliğim geçti."

O gün babasının sırtını hançerleyerek öldürdüler Yaşar KEMÂL'in ve böylece, bir yazın Usta'sının daha ilk acısı, artık hayatı boyunca sebep aramaksızın, yapılan haksızlıklara, zulümlere, savaşlara kederlenecek de yazacak, puştla, arsızla mücadele edecek de yazacak hassas yüreğine işlemişti.

Hem de en acıtan yerinden, babasızlığından...

*****

İlkokulu Adana'nın Burhanlı köy okulunda tamamladı. Bir yandan da çeşitli işlerde çalışıyordu. Kolay mı babasızlık, çeken bilir. Kolay mı yokluk, parasızlık?

Bu coğrafyada ne kadar da tanıdık değil mi? Karnını doyurmaya çalışan insanların geçim hâli...

Hayat mı? Herkes farklı telaşlarda dostlar. Kimisi ununu ekmek etme derdinde. Ekmeği katık. Kimisi zevkte, sefada, uçaklarda, gökyüzünde… Oradan biz aşağıdakilere bakıp bakıp...

Hayat dostlar, var mı bir sonrakini bilmem ama bu hayat, kocaman bir haksızlıklar silsilesi. Bunu kim değiştirebilir ki?

*****

1939'da, henüz 16 yaşındayken; ilk şiiri "Seyhan", Adana Halkevi dergisi olan "Görüşler"de yayımlandı.

Ortaokuldan ayrıldıktan sonra folklor derlemelerine başladı Yaşar KEMÂL...

Ve 20 yaşında henüz, Çukurova ve Toroslar'dan, bizzat kendi yaşadığı acıları ve acılardan arta kalan ağıtları derledi de, ilk kitabı "Ağıtlar"ı yayımladı.

1944 yılında, ilk hikâyesi "Pis Hikâye" geldi ardından...

1940'larda Adana'da çıkan Çığ dergisi çevresinde; Pertev Naili BORATAV, Nurullah ATAÇ, Güzin DİNO gibi isimlerle tanıştı.

Özellikle Abidin DİNO'nun ağabeyi Arif DİNO'yla dostluğu, O'nun düşün ve yazın dünyasının gelişimini önemli bir ölçüde etkilemiştir.

Yazılarını kendi adıyla, Kemal Sadık GÖKÇELİ adıyla yayınlarken, 1951 yılında Fıkra ve Röportaj Yazarı olarak girdiği Cumhuriyet'te Yaşar KEMÂL adını kullanmaya başladı.

1952'de, 22 öyküden oluşan "Sarı Sıcak"ı yayınladı.

Yaşar KEMÂL, sadelik ve dürüstlüğün ele alındığı ve insanın belleğine kazınan bu kitabında, yalın ve çarpıcı bir şekilde köylülerin kendi dilini kullandı.

“Gözleri donuverdi. Baktım ses soluk yok. Çocuk kucağında. Güneş tepeme işlemiş. Bir hoş oldum. Gerisini bilmiyorum. Kendime geldim ki ne göreyim, tozun toprağın içine belenmişim. Her yanım sızlıyor. Atı, arabayı koydunsa bul. Seğirttim şimdi sarı sıcağın altında. Beygirler, dedim, ya götürüp bir dereden yuvarladılarsa? Dirisi gün görmedi. Ölüsü, dedim, ölüsü olmasın irezil...”

*****

Veeee İnce Memed...

Bir roman değil sadece, bir destan aynı zamanda...

1947 yılında yazmaya başladığı; 4 ciltten oluşan ve 29 yılda tamamlanan, 29 yıllık yaşamının hikâyesi aynı zamanda...

Türk Edebiyatı’nın başyapıtı...

Usta; bu başyapıtta sadece roman dilini kullanmamış, başka dil ustalıkları da katarak, adeta yeni bir dil yaratmıştır.

Bu başyapıt, başka bir yönüyle de; yazarının bizzat içinde yaşadığı ve yarattığı karakterlerin, kendisinden büyük olması bakımından da bir ilktir.

“Görüş sahası ne kadar dar olursa olsun, insan muhayyilesi geniştir. Değirmenoluk Köyü'nden başka hiçbir yere çıkmamış bir insanın bile, geniş bir hayâl dünyası mevcuttur. Yıldızların ötelerine kadar uzanabilir. Hiçbir yer bulamazsa Kaf Dağı'nın arkasına kadar gider. O da olmazsa, düşlerinde yaşadığı yer başkalaşır. Cennetleşir... Konuşan insan, öyle kolay kolay dertten ölmez. Bir insan konuşmadı da içine gömüldü müydü, sonu felakettir.”

*****

Aynı yıl, 1955'te, "Teneke"yi yayınlar Yaşar KEMÂL...

Bir Anadolu kasabasında; çeltikçi ağaların ektikleri çeltik, sıtmaya neden olur. İdealist genç kaymakamın, halk adına ağalarla mücadelesini anlatır roman.

"Kaymakam, ardından teneke çalınarak sürülür ya, adı oradan gelir...
“Böyle üst üste gelen olaylar, kaymakamı iyice sarsmış, zayıflatmıştı. Yüzü sapsarı, her zaman düşünceli, yorgun, kırılmış, kederliydi. İnce dudakları daha da incelmiş, keskin bir bıçağın ağzına dönmüştü.

Gözleri pırıltı içindeydi. Saçlarını sinirli sinirli arkaya doğru atıyordu. Artık tek inandığı insan Resul Efendi'ydi. Baba gibi seviyordu O'nu. O da O'nu koruyordu. Kasabadaki dedikoduları, hakkındaki iğrenç şayiaları, plânları günü gününe duyuruyordu. Bir ay içinde, bir ömürde öğrenilebileceklerin hepsini öğrenmiş gibiydi. Hele şu son günler… 

Köylerde, köylülerle yatmıştı. Bitlenmişti. Doktorun muayenehanesi önünde kuyruk olmuş, daireye gitmeden önce hastalarla konuşuyordu her sabah. Nasıl yalan söylenir, dalavere yapılır. Ruhsat almak için nasıl dolaplar çevrilir; hepsini, hepsini öğrenmişti.”

*****

Yaşar KEMÂL, "Orta Direk", "Yer Demir Gök Bakır", "Ölmez Otu" romanlarından oluşan, "Dağın Öte Yüzü Üçlemesi" adını verdiği üçlemesinde, yalak köylülerinin yaklaşık 13 aylık bir süreyi kapsayan yaşam mücadelelerini anlatır.

"Orta Direk"i 1960'da yayınlar. Romanda, köylülerin yaz sonunda pamuk toplamak için Çukurova’ya gidişleri anlatılır.

Yaşar KEMÂL, bu üçleme için “Çok ağır, çok zor koşullar içinde yaşayan; sonsuz bir direnişle yaşamını sürdüren insanların hikâyesidir.” der.

“Halil Emmi! Daha kaç gün kaldı senin döngele turnalarının gelmesine? İt dölü. Adam değil ki Mollanın oğlu. Yayvan yayvan güler. Pis. Sırıtkan. Yolunu değiştirdi, başka, uzun bir yola saptı.
İyice kocadım mı ola? Seksenini de geçmiş olacağım Allalem...”

*****

Ve üçlemenin ikincisi, "Yer Demir Gök Bakır"

Zülfü LİVANELİ'nin filmini de yaptığı, muhteşem eseri 1963 yılında yayımlar.

Yaşar KEMAL, "Dağın Öte Yüzü Üçlemesi" adını verdiği bu üçlemede, kurguda ve anlatımda yeni teknikler dener.

"Yer Demir Gök Bakır"da ise; köylülerin Adil Efendi’ye olan borçlarını ödeyemeyecek olmalarının onlarda yarattığı korku ve bu durumdan kurtulmak için, ermişe döndürdükleri Taşbaş’ın öyküsü anlatılır.

Bu romanın "Orta Direk"ten farkı; anlatıcının taraf tutarak ve kendi düşüncelerini rahatlıkla ifade ederek, okuru yönlendirmeye çalışmasıdır.

“O mavi kuştan, yanardöner kuştan… Hani; su kıyılarındaki yarları yılan deliği gibi deler, çok derinlere kadar deler, taa dibine, toprağın altına gider, oraya yuvasını yapar ya. Yuvalarının ağzında da her zaman bir çiçek biter. Ya bir yoğurt çiçeği, ya bir pampal, ya ağınağacı çiçeği, ya da bir su püreni. O kuş çiçeksiz edemez, işte o kuştan bir tane tutmalı...”

*****

Üçlemenin sonuncusu, "Ölmez Otu", 1968 yılında, Ant Yayınları'ndan çıkar.

"Ağrı Dağı Efsanesi" ise 1970 yılında yayınlanır. "Ağrı Dağı Efsanesi", Ahmet ve Gülbahar arasındaki Aşk'ı anlatır.

Eser; ürpertici bir üslup, pürüzsüz bir kurgu, etkileyici ve güçlü karakterleri ile bir Aşk Destanıdır.

Bu romanında; Yaşar KEMÂL, insan psikolojisinin derinliklerine iner.

“Gülbahar orta boylu, dolgundu. Duru, açık bir teni vardı. Buğday benizliydi. O, kız kardeşlerinden başka türlüydü. Ağrı Dağı kadınları gibi üst üste dökmeli fistanlar giyer, saçlarını kırk örgü yapardı. Gerdanlığı altındı. Ayak bileklerine Ağrı Dağı kadınları gibi; altın, inci, zümrüt halhallar takardı. Çok zekiydi. Az konuşur, hep inceden gülerdi. Öteki kardeşleri erkek olsun, kız olsun; saraydan çok az dışarı çıkar, çok az halkın arasına katılırlardı. Gülbahar böyle değildi. O, hep halkın arasındaydı.”

*****

"Ağrı Dağı Efsanesi"ni, 1971'de yayınladığı "Binboğalar Efsanesi" takip eder.

Yaşar KEMÂL, "Binboğalar Efsanesi"ni, Çukurova’da tükenen bir yörük obasının yaşadıklarından esinlenerek yazmıştır. Ve bu efsane için şöyle der: Boğa, Çukurova Türkmen'lerinde döl bereketi anlamına gelir. Bir de bizim Toros Dağları’nın adı Binboğa Dağları’dır. Toroslara, Toros dendiğini şehirde duydum.

*****

Anadolu'nun Homeros'u için yeni bir üçleme vakti, gelmiş de geçmiştir bile. Yeni üçlemenin ismini de, "Akça Sazın Ağaları üçlemesi" koymuştur.

Üçlemenin ilki; "Demirciler Çarşısı Cinayeti"ni 1974 yılında, "Yusufçuk Yusuf"u 1975'te, "Yılanı Öldürseler"i ise 1976 yılında yayınlar Yaşar KEMÂL...

1978 yılında, "Kuşlar Da Gitti" romanıyla, her zamankinden farklı bir üretim yapar Yaşar KEMÂL...

Konusu İstanbul Florya’da geçen bu kısa roman, Yaşar KEMÂL’in diğer romanlarından bir hayli farklıdır. Okurları arasında farklı bir yere sahip olan bu roman, Usta'nın sade ve etkileyici anlatımıyla insanın içine işler.

Florya’da kuş tutan ve bunları azatlık olarak satan çocukların öyküsünü anlatır kitap...

“- İnsanlık öldü mü, dedim.
- Yok, dedi, ölmedi, ölmedi ama bir yerlerde sıkıştı kaldı herhalde.
- Nerede kaldı acaba?
Mahmut'un yüzü bir an sevinç ışığında şakıdı. İnsanlık; belki Mahmut'un bu ağız dolusu gülücüğünde, yürek dolusu sevincindedir, kim bilir? 
"Belki kuşlarda gitti!" dedi Mahmut.
Sonra hiç konuşmadık. Kuşlar da gitti, kuşlarla birlikte de. Ne olacak şimdi, kuşlar da gitti!”

*****

1980 yılında yeni bir üçleme başlar yine Usta için: Kimsecik Üçlemesi... 

1980 yılında yayınladığı "Yağmurcuk Kuşu" ilkidir üçlemenin. 1985 yılında "Kale Kapısı" ve 1991 yılında "Kanın Sesi"yle tamamlanır. Usta'nın bu üçlemesi, çok'ça otobiyografik öğeler taşır.

Babası gözleri önünde öldürülen çocuk Mustafa’nın, intikam alma hikâyesi değil, insanın özündeki korku duygusunu açığa çıkmasıdır.

“Bu ağacın şakır şakır kanadığını, ilk olarak Mustafa gördü. Bütün çocuklara; korkarak, gözleri büyüyerek usul usul anlattı. Sonra çocuklar, geceler boyunca ağacı beklediler. Sonunda ağacın bir pınar gibi kanadığını gördüler. Yaralı bir kurt gibi de, bü¬tün yapraklarıyla birlikte inlediğini duydular. Sonradan köyün kadınları, arkasından da yaşlıları - erkekleri; bu tansığı gördüler, duydular, tanık oldular.”

*****

Birçoğu Çukurova'da geçen, sayılamayacak kadar çok üretimlerinden ve nice eserlerinden, 8’i tiyatro oyununa, 12’si sinemaya ve 2’si baleye uyarlanmıştır.

Ayrıca Yaşar KEMÂL'in senaryosunu yazdığı birçok da filmi vardır. Böyle dolu dolu; merkezinde "İnsan" olan, "Özgürlük" ve "Barış" olan bol üretimli bir yaşam.

*****

Tarih, 28 Şubat 2015. Tir tir titreten garip bir Cuma ertesi, Pazar öncesi günü. Hani, 'yaşam ertesi' Usta için, ölüm öncesi…

Çoklu organ yetmezliğinden yattığı, İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde, doktoru Mehmet Akif KARAN, akşama doğru bir açıklama yapar:

"Çoklu organ yetmezliği vardı zaten. Üzerine eklenen bozucu faktörlerin etkisiyle; kâlp, akciğer ve diğer organlar da etkilendi. Uzunca bir süredir yapay solunum desteği veriliyordu. Yarım saat önce kendisini kaybettik..."

Bir çınar devrilir böylece...

Kolay mı? Yitip giden Anadolu’nun Homeros’udur…

Tam da kendi dediği gibi: O güzel insanlardan biri daha, o güzel atına binip gider.

Nasıl söyledin o cümleleri? Nasıl kurdun üst üste, Yaşar KEMÂL’in ölümüne bağlayacak şekilde?  Kolay kolay denir mi bu doktor bey? Mesleğinizin cilveleri ya… Yaşar KEMÂL'in 'ölüm' açıklaması; hiç söze, ağıza yakışır mı? Toprak incinmez mi arasına almasından?

Yaşar KEMÂL bu, koca çınar… Anadolu'nun Homeros'u... Öyle bir anda demek de, kabullenmek de kolay mı?

*****

Arkasından, okumaya doyamadığımız birçok eseri ve şu yaşıma geldim, müsaadenizle yarım yüzyılı devirmek üzereyim, benim de kendime şiar edindiğim vasiyeti kalır:

*Benim yazılarımı okuyan; katil olmasın, savaş düşmanı olsun.

*İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse, kimseyi aşağılayamasın. Kimse, kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.

*Benim yazılarımı okuyanlar bilsinler ki; bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir.

*Benim yazılarımı okuyanlar, yoksullarla birlik olsunlar. Yoksulluk bütün insanlığın utancıdır.

*Benim yazılarımı okuyanlar, cümle kötülüklerden arınsınlar.

*****

Usta'dan, Yaşar KEMÂL'den takdimimdir...

Ne kadarım kaldı bilmem, bilemem! Biliniz ki dostlar, canlar, arkadaşlar, güzel insanlar; benim de vasiyetimdir...

Yine bir 29'a bağlanamayan Şubat'ın 28'inde kaybettik O'nu... İki binin 15'inde ayrıldı aramızdan. Ama andıkça, hatırladıkça, hatırlattıkça, muhteşem yazıları ve düşünceleriyle; yine yanımızda, yanı başımızda...

Minnet ve saygıyla...
 




ARŞİV YAZILAR