19 Temmuz 2013’te, İstanbul’da ayrıldı aramızdan…
Şilili yazar Isabel Allende; “Paula” adlı romanının bir yerinde, iç savaş sırasındaki Lübnan’dan şu çarpıcı sahneyi anlatır: Havaalanı, ülke dışına çıkmaya uğraşan insanlarla doluydu. Bazıları, karılarıyla kızlarını kargo olarak götürmeye yelteniyorlar; insan olarak görmediklerinden, onlara da bilet alınması gereğini anlayamıyorlardı.
Leyla Erbil, hayatı boyunca, bütün kitaplarında, bu 'kargo öyküsü'nü anlattı adeta. İnsan yerine konulmayan, aşağılanan, ezilen ve sömürülen kadını. Onların iç seslerinin, haykırışlarının, çığlıklarının sesi oldu hep...
Bir yazar olması, yalnızca edebi açıdan hayatlara dokunduğu izlenimini veriyor olsa da Leyla Erbil, gerek toplumsal, gerek siyasi alanlarda da sistemsel yanlışlara, başkaldırılarıyla dolu dolu ve mücadeleyle dolu bir yaşam sürdü.
Hep görünenin ardındakiyle ilgilenen, toplumsal, insan ruhunun en tekinsiz sokaklarında korkusuzca dolaşan, varoluşçu, gerçeküstü kuramların güçlü kalemi...
Etkilendiği yazarlar; Dostoyevski, Kafka, Sartre, Shakespeare, Marx ve Freud...
Leyla Erbil'in yazınsal süreci; kendinde, başka insanları, onların duygularını, geçmişin, şimdinin ve geleceğin acılarını, sırlarını aramakla geçen bir yolculuktur dostlar. Bu bir ‘Pazar Edebiyat’ yazısıdır. Bugün Pazar…
*****
Ne acı! Google efendiye “Leyla” yazdığımda, “Leyla Tanlar” ve “Leyla Tuğutlu” adında 2 oyuncuyla birlikte “Leyla ile Mecnun” dizisi, leylak çiçeği, leila şarkısı çıkıyor da “Leyla Erbil” yazmıyor en başlarda. Edebiyata, sanata, insana iyi gelen ne varsa ona olan uzaklığımızla bu da toplum olarak bizim ayıbımız sanırım. Acı, hem de çooook acı…
12 Ocak 1931'de, İstanbul'da dünyaya geldi. Babası Hasan Tahsin Bey ile birlikte dört amcası da kaptan ve makinistti.
Leyla Erbil, eserlerinde geçen çoğu baba karakterlerine babasının göbek adı da olan “Hasan” adını verir. Babası Hasan Tahsin Bey'in Leyla Erbil'in yaşamındaki etkisi büyüktür. Öyle ki; Hasan Tahsin Bey'in baş makinist olarak yönettiği bir şileple, 1959 yılında baba-kız denizlere açılıp Amerika’ya kadar uzanacaktır. Bu nedenle olsa gerek; deniz, vapurlar, gemiciler ve onların uzaklardan yolladığı mektuplar pek çok eserinde sıklıkla çıkar karşımıza.
Leyla Erbil ve ilginç yaşam hikâyesi...
*****
Kalemini, lise zamanlarında oynatmaya başladı. Kısa öykü ve şiir denemeleri yaptı. Edebi arkadaş gruplarına katıldı.
Edebiyata yatkınlığı aşikâr olan Leyla, 1950 yılında, İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı bölümünde lisans eğitimine başladı.
Üniversitede geçirdiği ilk yıl sonrasında oldukça kısa sürecek olan ilk evliliğini, Aytek Şay ile gerçekleştirdi.
1954 yılında; üniversite son sınıftayken, Yüksek Mühendis Mehmet Erbil ile tanıştı. Tanışır tanışmaz, kısa bir sürede evlendiler. Ve Ankara'ya taşındılar.
Ankara'ya taşındıktan sonra arkadaş çevresinde de değişiklik oldu Erbil'in. Bu kez kendini İlhan Berk, Vüs’at Bener, Mithat Fenman, Fethi Kopuz gibi isimlerin yer aldığı bir edebi çevrenin arasında buldu.
1956 yılında ilk öyküsü Uğraşsız'ı yayımlayan Leyla Erbil, edebiyat dergilerinde yazmaya başlamıştı artık.
Tüm yazın hayatı boyunca kendine ait bir üslup kullandı ve toplumsal tabularla mücadele etti.
*****
Leyla Erbil…
1950’lerden bu yana adını “gun of for” koyduğu eleştirmen gurubunun kırk yıl boyunca Türk edebiyatında egemenliğini sürdürdüğünü belirten Leyla Erbil, onların duygusallıktan, tektipçilikten kurtaramadıkları kalemleriyle edebiyatımızın çeşitliliğine izin vermediklerini ve ‘olası-olması gerek’ çeşitliliğin yollarını tıkadıklarını düşünür.
Bir röportajında, “Edebiyat duygularımızın teşhir salonu olmamalı.” der ve ekler ardından:
“Öfke, yazarı uçuran bilinç kanatları işlevini görebilir. İçinde bulunduğumuz iğrenç yalanlarla kuşatılmış bu toplumun ve bu dünyanın yaşanabilirliğini kim iddia edebilir; bildiğimiz kesimler dışında. BİZİM ÖZLEMİMİZ ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK, ADALETTEN YANADIR; EĞİTİMSİZ, YOKSUL HALKI DİNSEL SÖYLEMLERLE TESLİM ALANLARDAN YANA DEĞİL. ÖFKE BU KOŞULLARDA ORTAYA ÇIKABİLİR DE ÇIKAMAYABİLİR DE…”
*****
1961'de, Türkiye İşçi Partisi'ne katıldı. Fethi Naci yönetimindeki partinin Sanat ve Kültür Bürosu'nda, Edip Cansever ve Ahmet Oktay ile birlikte çalışmalar gerçekleştirdi.
2012 yılında, PEN Yazarlar Derneği tarafından Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterildi.
Bir soru üzerine ilk kitabı Hallaç'ın ikinci bölümünü Sait Faik’e niye adadığını şöyle açıklar: Keşke birinci bölümü de O'na adasaymışım. Cahillik işte! Zaten o ilk kitabı kime adayacağımı şaşırmıştım. 'Nothing is more real then nothing' alıntısıyla, ilk bölümünü de Beckett'e adadım. Beckett de ilk çarpıldıklarımdandır.
İşte yazın ustalığı budur! Buradaki "de" de; Sait Faik'e bakışını, küçücük bir heceyle öyle güzel anlatır ki...
*****
Leyla Erbil'i dinlemeye devam edelim: 1954′te, ‘Waiting for Godot’yu Küçük Sahne’de seyrettikten sonra Beckett’in peşine düştüm. O'nunla birlikte tüm oyunlarının, romanlarının... Böylece 1956′da, Molloy’u (Grove Press) elde etmekle de büyük bir yazın sarsıntısı geçirdim. Sait Faik ise bizden bir yazardı. Daha yumuşak, sevecen, çekingendi yazını ama sarsıcıydı. Bize daha yakındı... Türk yazınının yatağını değiştirdiğine, yeni ufuklar sunduğuna inanırım. Gözümden bir perde de o kaldırmıştır. Yerli olsun - yabancı olsun; başka yazarları akla getirmeyen, özgün metinlerdi ortaya çıkardıkları. Odak noktası daha çok kendisi olan insanı anlattı. Kendine özgü biçimi, dili buldu."
*****
Sadece öykülerine değil, Sait Faik'in kendisine de hayrandı Leyla Erbil...
Leyla Erbil'i kendi ifadeleriyle dinlemeye devam: Ben O'nunla tanıştığımda, 1953 sonu – 1954 başı olmalı; O'na olan hayranlığım doruktaydı. Kendisine utana sıkıla, şiirlerimi ve hikâyelerimi okudum. Şiirlerimi eleştirdi, hikâyelerimi övdü. Alıngan, sinirli, dürüst, utangaç, alabildiğince alçak gönüllü bir adam... Yüreklendirdi beni. Ben de kararımı düz yazıdan yana koydum. Oysa aynı yıllarda Ahmed Arif, şair olduğumda ısrar ediyordu.”
Evet, Ahmed Arif, şair olduğunda ısrar ediyordu ve sırılsıklam âşıktı Zalım Leyla'sına...
Ve mektuplar dolusu şiirler yazıyordu:
"Maviye;
Maviye çalar gözlerin,
Yangın mavisine...
Rüzgârda âsi, körsem,
Senden gayrısına yoksam, bozuksam;
Can benim, düş benim, ellere nesi?
Hadi gel, ay karanlık!
İtten aç, yılandan çıplak, vurgun ve bela,
Gelip durmuşsam kapına; var mı ki doymazlığım?
İlle de ille sevmelerim, sevmelerim gibisi!
Oturmuş yazıcılar, fermanım yazar...
N'olur gel, ay karanlık!
Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü, dost gülücüklü,
Cıgaramdan yanar, alnım öperler.
Suskun, hayın, çıyansı…
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş.
Etme gel, ay karanlık!"
*****
Sait Faik de Leyla Erbil'e şiirler yazdı:
"Sana koşuyorum bir vapurun içinden;
Ölmemek, delirmemek için…
Yaşamak; bütün adetlerden uzak, yaşamak…
Hayır değil, değil sıcak;
Dudaklarının hatırası, değil,
Saçlarının kokusu, hiçbiri değil...
Dünyada büyük fırtınanın koptuğu böyle günlerde,
Ben O'nsuz edemem...
Eli elimin içinde olmalı,
Gözlerine bakmalıyım, sesini işitmeliyim.
Beraber yemek yemeliyiz, ara sıra gülmeliyiz.
Yapamam, O'nsuz edemem."
*****
Edebiyatçılar ve sıra dışı yaşamları. Nasıl olmasını bekliyorduk ki! Binyıllardır kullanılan aynı kelimelere bu kadar farklı anlamlar yükleyip, yepyeni bakir cümleler kuran bu ustalar için. Duyguları, yaşantıları da sıra dışı işte...
Verilenle yetinmeyen; başka şeylerin, denenmemişin, özgünlüğün peşinde koşan, sıra dışı özel insanlar…
Hayatını kendi istediği şekilde yaşayan, toplumsal kalıplara boyun eğmeyen, kalemi kuvvetli bu mavi gözlü güzel kadını, ustayı yani, Leyla Erbil'i; 11 yıl önce garip bir Temmuz sıcağında, 19 Temmuz 2013'te, İstanbul'da kaybettik dostlar.
Anısına, Türk edebiyatına katkısına, dimdik duruşuna ve muhteşem üretimlerine saygıyla...