"LİLİ, BENİ HEP SEV!"
"Bağırırlar şaire:
Bir de torna tezgâhı başında göreydik seni.
Şiir de ne, boş iş.
Çalışmak, harcınız değil demek ki...
Doğrusu,
Bizler için de;
En yüce değerdir çalışmak…
Ve kendimi,
Bir fabrika saymaktayım ben de...
Ve eğer
Bacam yoksa;
İşim daha zor demektir bu…
Bilirim!
Hoşlanmazsınız boş lâftan,
Kütük yontarsınız kan ter içinde…
Bizim işimiz farklı mı sanırsınız bundan,
Kütükten kafaları yontarız biz de…
Ve hiç kuşkusuz!
Saygıdeğer bir iştir balık avlamak,
Çekip çıkarmak ağı.
Ve doyum olmaz tadına;
Balıkla doluysa hele…
Fakat
Daha da saygıdeğerdir şairin işi.
Balık değil, canlı insan yakalamadayız çünkü...
Ve doğrusu,
İşlerin en zorlusu;
Yanıp kavrularak demir ocağının ağzında,
Su vermektir kızgın demire…
Fakat kim;
Aylak olduğumuzu söyleyerek,
Sitem edebilir bize.
Beyinleri perdahlıyorsak eğer,
Dilimizin eğesiyle...
Kim daha üstün, şair mi?
Yoksa insanlara
Pratik yarar sağlayan teknisyen mi?
İkisi de…
Yürek de bir motordur çünkü.
Ve ruh, onun çalıştırıcısı.
Eşitiz bizler;
Şairler ve teknisyenler.
Vücut ve ruh emekçileriyiz…
Aynı kavganın içinde
Ve ancak ortak emeğimizle,
Bezeriz evreni.
Marşlarımızı gümbürdeterek…
Haydi!
Laf fırtınalarından
Ayıralım kendimizi,
Bir dalgakıranla…
İş başına!
Canlı ve yepyeni bir çalışmadır bu.
Ve ağzı kalabalık söylevci takımı,
Değirmene yollansın dosdoğru, unculuğa.
Değirmen taşı döndürmeye laf suyuyla..."
"Şairler İşçidir" demiş ya Mayakovski. Şairler çalışkan, şairler evreni güzelliklerle bezemek için kavganın içinde her daim; şairler güzelliklere sevdalı, şairler ruh emekçileri...
*****
"Dumanlar içinde mavi olmayı unutan gökyüzü,
Paçavralar giyinmiş sığıntı gibi bulutlar;
Son aşkımla tutuşacaksınız bütün.
Sevinç çığlıklarımla bastıracağım ordular,
Gürültünüzü…
Ellerim kelepçelidir evet,
Ama evrenin tahtıdır yerim!
Siz ürkek çocukları hüznün.
Ve siz gökyüzünün,
Mavi olduğunu unutanlar!..
Dinleyin artık, susun da!
Belki de son aşkıdır bu gökyüzünün:
Onulmaz yarası kanar da kanar,
Veremli ciğerlerimin dokusunda...”
diyecek kadar da “Omurganın Kavalı” şiiriyle, bir gün kötülere ve kötülüklere karşı SEVGİ'nin galip geleceğine inanan cesur yürek...
Böyle dünyayı değiştirebilecek cesur yürekleri dostlar, zamanı geldiğinde anmak gerek. Bugün Vladimir Mayakovski doğdu. 19 Temmuz 1893'te, Gürcistan'ın Bağdadi şehrinde. Ölmedi, yaşıyor; eserlerinde, dizelerinde. Vladimir Mayakovski, 131 yaşında…
*****
14 Nisan 1930, Moskova…
Polonyalı bir diplomatla evli olan ünlü sahne sanatkârı Veronika Polonskaya, o gün bilinmeyen bir sorun nedeniyle sevgilisi, 37 yaşındaki şair Mayakovski’yle tartışır. Tam Mayakovski’nin dairesinden ayrılırken göğü yırtan bir silah sesi duyulur. Hızla daireye dönse de, her şey için geçtir artık. Ünlü şair yerde kanlar içindedir.
Mayakovski silahını kalbine dayayıp intihar etmiştir ve avucunun içinde şu notu bırakmıştır:
“Hepinize... İşte ölüyorum… Kimseyi suçlamayın bundan ötürü... Hele dedikodudan; unutmayın ki, merhum nefret ederdi…
Anacığım, kardeşlerim, yoldaşlarım... Bağışlayın beni… İş değil bu, biliyorum… Kimseye de öğütlemem ama benim için başka bir çıkar yol kalmamıştı…
Lili, beni hep sev!
Hükümet yoldaş! Ailem; Lili Brik, anam, kız kardeşlerim ve Veronika Polonskaya’dan ibarettir. Onların yaşamını güvence altına alırsan ne mutlu bana. Başladığım şiiri Lili’ye verin. Ne lazımsa onu yapar…"
Bir şair, en son, en baş, hep ve daima (ne fark eder) en çok ne yapmak ister? İntihar etmeden hemen önce son şiirini yazar:
"Aşkın küçük sandalı,
Hayat ırmağının akıntısına
Kafa tutabilir mi?
Dayanamayıp parçalandı işte sonunda.
Acıları, mutsuzlukları, karşılıklı haksızlıkları;
Hatırlamaya bile değmez:
Ödeşmiş durumdayız kahpe felekle…
Ve sizler mutlu olun, yeter!
...Böyle söylüyorlar.
Olay çözüme kavuştu.
Aşk teknesi battı...
Alışılagelmiş bir umursamazlıkla,
Yaşamdan nasibime düşeni aldım.
Ve karşılıklı kırıcılıklardan, kusurlarımızdan,
Hiddetten arınmalıyız…”
*****
Mayakovski’nin ölümü büyük yankı uyandırır. Rosta Haber Ajansı’na göre intihar, kişisel bir nedenden kaynaklanıyordu. Şairin kamudaki konumuyla ya da edebi etkinliğiyle bir ilişkisi yoktu. Ama yine de bir dizi söylentiye vesile olmuştu.
İntihar, Mayakovski’nin Polonskaya ile tartışmasının ardından bir hezeyan anında mı gerçekleşmişti?
Polonskaya, şaire âşıktı. Ancak kocasını terk etmeye yanaşmıyordu. Aslında bir gün önce Mayakovski, Polonskaya’ya intihardan söz etmişti. Ama o, bu sözleri duygusal şantaj olarak algılamış, sevgilisinin intihar edeceğine ihtimal bile vermemişti.
*****
Türkiye’de Mayakovski’nin ölümünden en çok etkilenen kişi şüphesiz Nâzım’dı. Ne de olsa sanatı bu şairi tanıdıktan sonra yepyeni bir boyut kazanmıştı.
1921 sonlarında Vâlâ Nureddin’le Moskova’ya gidip Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne yazıldıklarında; Nâzım’ın Fransız şiirinden serbest ölçüyü biliyor olsa da, Batum’daki günlerinde Rusça gazetelerde gördüğü ve ilgisini çektiği Mayakovski’nin uzunlu kısalı dizeleri, merdiven şeklinde dizili satırlardan oluşan şiir örnekleri nedeniyle etkilendiği bir şairdi.
Zaman zaman kırgınlıklar yaşansa da sonrasında dostlukları ilerlemişti.
*****
Nâzım, yakın dostu Mayakovski’nin intiharının ardından 1930 yılının Temmuz ayında, Tevfik Fikret’in “Resimli Ay” dergisinde Süleyman takma adıyla kaleme aldığı “Muazzam Şair Mayakovski Neden İntihar Etti?” yazısında şunları aktarır:
“Büyük bir insanı kaybettik. Dünyanın en büyük inkılâbı, çok kuvvetli bir şair üstadından mahrumdur bugün. Şiirlerini Rusça yazan fakat hemen hemen her dilde tercümeleri yapılan Mayakovski isimli büyük şair, büyük mücahit ve büyük insan kendi eliyle canına kıymıştır.
Mayakovski’nin intiharı hakkında birçok dedikodular yapıldı, yapılıyor ve yapılacaktır. Çünkü O hayatında; arkasından mânâsız bir “Allah rahmet eylesin” dedirtecek gibi yaşamamıştır.
Mayakovski’nin hayatı mütemadi bir kavga seyrinden ibarettir. Hayatlarında dövüşenlerin isimleri; ölümlerinden sonra da, sağ kalan düşmanlarıyla kavgada devam ederler. Mayakovski’nin arkasında kalan isim ve eserleri daha uzun seneler büyük inkılâbın düşmanlarıyla çarpışacaktır.
Mayakovski niçin intihar etti? Bazı mütereddi, kendi kabukları içinde yaşayan sümüklü böceklere benzeyen sözde mütefekkirler; bu intiharı, safahatın, bohem denilen serseri küçük burjuva sanatkârlığı muhitinin bir zaferi şeklinde telakki ettiler. Ve dediler ki: “Yarının kurulması”, “Materyalizm” , “O gelecek güzel günlere iman”. Bunlar iflas etmiştir…
Mayakovski; ‘yarına inandığını’ söyleyen, ‘yarın’ için şiirleriyle mücadele eden, yarınki günleri sanatıyla teşkilatlandırdığını iddia eden büyük bir şairdir.
Acaba bu efendiler haklı mıdır?
Mayakovski’nin intiharı, içtimaî bir gayenin tahakkuku için şuurlu çalışan sanatın iflasına bir delil midir?
Bütün bu suallere cevap vermek ve büyük şair Mayakovski’yi kendi canına kıymaya sevk eden sebepleri anlamak için, Rus edebiyat tarihinin son yapraklarını şöyle bir çevirmek icap ediyor.”
der ve yazısının devamında Mayakovski’yi, Rus fütürizminin sol cenahının başına koyar.
*****
İnkılâbın en güç zamanlarında Mayakovski’nin halk için şiirler yazıp, propaganda resimleri yapmasıyla iktisadi kavgaya önderlik etmesini belirtir.
Mayakovski’nin “Emzikler hakkında mükemmel bir şiirim var. İhtiyarlayıncaya kadar emeceğim emzikler hakkında!” dediğinde mesela O’na alay edenlere verdiği cevabı aktarır:
“Eğer hâlâ köylerde çocukların ağzına emzik vermeyip kirli bez parçaları sokuluyorsa, bu biraz da şairlerin kabahatidir. Emzik propagandası yapmak, medeniyet propagandası yapmak demektir.”
*****
Biz Nâzım’ın yazısına dönelim:
“Biz güzel sanatlar sahasında, ananelerin hâlâ esiriyiz. Sanatı hâlâ afyon çekmek kabilinden bir şey telakki edenler az değildir. Eski şiirin tekniğiyle, mektep sıralarından itibaren, ülfet etmiş olan ihtiyarlar Mayakovski için, “Şiirlerini kendisi okuduğu zaman iyi oluyor fakat biz okuyamıyoruz.” diyorlardı. Fakat zamanla Mayakovski’nin açtığı şiir tarzı taammüm edince, yeni şiir şeklinin, canlı ve tabii tekniği muzaffer oldu. Ve bu itiraza mahâl kalmadı.
Mayakovski son senelerde bilhassa halk ve işçi kitleleri arasında büyük bir şöhret kazanmaya başlamıştı. Yeni bir medeniyetin kuvvetli bir şairi olarak büyüyordu. Fakat bu büyümeyi ölüm birdenbire durduruverdi.
Mayakovski niçin intihar etti?
Bunu en doğru bir surette şair Damyan Bedni şöyle izah ediyor:
‘Ağır bir hastalık, tesadüfi bir yalnızlık ve şahsi bazı ıstırapların bileştiği bir anda, eski, ferdiyetçi insiyaklar harekete geldiler. Eski Mayakovski, yeni Mayakovski’yi bir zayıf anında yakalayıp öldürdü.’
Mayakovski ölümünden evvel bir mektup bıraktı. Bu mektupta; “İntihar hiç bir şeyi halletmez. Vatandaşlarıma bu işi kat’iyyen tavsiye etmem” diyor.
Bu mektup yeni Mayakvski’nin eski Mayakovski’nin eliyle ölürken bile vatandaşlarına verdiği mükemmel bir ‘hayata’, ‘yeniye’, ‘yarına’ inanma dersidir.”
*****
Mesele; Mayakovski'den Kaan İnce'ye, Van Gogh'dan Nilgün Marmara'ya, Jack London'dan Hemingway'e kadar bütün intihar eden sanatçıların, vicdan sahiplerinin, hayatı sevenlerin meselesi: Ozanın başkalarının acısı pahasına elde edilen mutluluğu kabullenememesi...
Hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini, "Ne yapalım, dünya böyle" diye geçiştirememesi...
Sokaktaki tevekkülle baş edememesi...
Sokaktakilerden olmayıp, onları değiştirmeye de gücünün yetmemesi...
Ve ‘kendiyle barışıp’ haksızlığa alışarak yok olmaktansa, intihar ederek var olmayı tercih etmesi...
Nilgün Marmara da,
"Ey, iki adımlık yerküre/ Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben." deyip; dördüncü kattan atlayarak, başka bir diyara gitmedi mi?
*****
Nâzım’ın da gömülü olduğu Novodeviçi mezarlığında yatar şimdi Vladimir Mayakovski. Rus şair, oyun yazarı, film ve tiyatro aktörü. Sonsuza dek ebedi istirahatgâhında…
Nerval’in çıldırmadığı, Mayakovski’nin kendine kıymadığı, Lorca’nın kurşuna dizilmediği bir hayat...
Şiir, bir yaşam biçimidir dostlar. Şiir olsun hayatınızda. Yaşayan ve yaşatan da…