“Kaç günümüz varsa şunun şurasında, O kadar güneşimiz var. Her günlük hakkımızdır mutluluk… Anla! Dün, bugün eksilen güneşler; Ödenmez yarınla…”
Bu kadar kısa, bu kadar net; ne çok hayatı anlatan dizeler değil mi? Mutluluk hevesli, hayatın ıskalanmaması öğretili, düne takılmadan önümüze bakarak ve hep üzerine koyarak ânı yaşamamız gereken; ne güzel ifadeler.
"Karaciğer kanseri" dediler sebebine doktorlar da, 24 yıl önce bugün ayrıldı aramızdan, İstanbul'da...
Gün, Necati Cumalı...
*****
Ya,
“Akan suyu severim ben.
Işıldayan karı severim.
Bir yeşil yaprak,
Bir telli böcek,
Yeşeren tohum,
Güneşte görsem;
Sevinç doldurur içime…
Bir günü,
Güzel bir günü,
Güneşli bir günü
Hiçbir şeye değişmem…
Onun için savaşı sevmem,
Onun için zulümü sevmem,
Onun için yalanı sevmem…
Bilirim yaşamaz güneşte,
Bilirim yaşamaz yan yana aşkla,
Ne haksızlık,
Ne korku,
Ne de açlık...” şiiri.
*****
13 Ocak 1921'de, bugün Yunanistan'da olan Florina’da, Rum mahallesinin sonundaki Müslüman mahallesinin girişinde, kalın biçilmiş ağaçtan aşı boyalı, çift kanatlı kapısıyla, bitişiğindeki çift kanatlı Rum evi yanında, güzel duracak kadar uyumlu, tek kanatlı bir evde; Mustafa'dan oldu, Fitnat'tan doğdu Acar ailesinin 6 çocuğunun en büyüğü olarak.
Evet “Acar” diyorum, yanlış okumadınız! İsmini nasıl aldığını şöyle anlatır: Benim asıl adım, Ahmet Necati Acar. Babamın aldığı Acar soyadını yakıştıramadım şiirlerime. Edebiyatımızda da Ahmet bolluğundan geçilmiyor. Bir Ahmet daha olmak istemedim. Mahkeme kararıyla; Necati’ye uyumlu gelen, Cumalı soyadını aldım.
Çocukluğunu ise şöyle: Ben Florina’dan, üç yaşımı doldurduktan sonra ayrıldım. 1924’te Urla’ya iskân edildik. Ben, göçmen çocuğuyum. Bir göç yaşadım küçük yaşımda. Göç, perişanlık demek. Göç, eşya demek. Bir sürü eşya demek, göç. Göç, toplu halde bindirilen bir vapur.
Ortaokulu İzmir Erkek Muallim Mektebi’nde, liseyi ise İzmir Atatürk Lisesi’nde okur. Lise sonda tanıştığı Hüseyin Batu, Necati Cumalı’ya yeni ufuklar açar. Varlık, Yücel, Gündüz, Çığır gibi dergilerin adlarını; arkadaşı Hüseyin Batu'dan öğrenir. Ahmet Muhip Dıranas’ı, Cahit Sıtkı Tarancı'yı, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı okumaya başlar.
Ve Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet’in; ‘Garip’ anlayışı içinde yayınladıkları şiirlere yakınlık duymaya. Arkadaşı Hüseyin’in de desteğiyle, liseyi bitirdikten sonra şiirler yazmaya başlar. Yazdıklarını arkadaşına postalar. O dönemki şiirlerini, “Sevdiğim şairlerin şiirlerine benziyordu” diye niteleyen şair, ilk şiirlerini yırtar.
*****
"İçimden hep iyilik geliyor!
Yaşadığımız dünyayı seviyorum.
Kin tutmak benim harcım değil.
Çektiğim bütün sıkıntıları unuttum.
Parasız pulsuzum ne çıkar.
Gelecek güzel günlere inanıyorum...
Gelecek güzel günlere!
Sonunda galip geleceğine eminim;
İyiliğin, zekânın ve cesaretin.
İmânım var zaferine.
Aşkın, adaletin ve hürriyetin...
Yetiştiğim halkın içinde;
Bütün şiirini duydum,
Çalışmanın ve sefaletin...
Kulak verin işe gidenlerin türkülerine.
Yorgun argın dönüşlerini seyredin.
Şairleri, peygamberleri düşünüyorum.
Yaşamak o kadar tatlı ki!
Daimi bir sevgi içinde…
Gâlip sesini işitiyorum hakkın.
Asırlarca zulme ve işkenceye...
Gelecek güzel günlere inanıyorum!
İmânım var bereketine toprağın.
Ve makinenin kudretine!
Parasızım pulsuzum ne çıkar?
Huzuru içindeyim rahata kavuşanların,
Hayatının son senelerinde..."
*****
Çocukluk yıllarında evlerine her gün Yeni Asır ve Tan gazeteleri alınır Necati Cumalı’nın. Bu gazetelerdeki roman ve hikâyeleri okuyarak geçer çocukluğu.
Annesi hayatında önemli yer tutmaktadır. Fitnat Hanım; çocukları ile her zaman iyi anlaşan, iyi bir anne, eşi için eşsiz bir ev hanımıdır. Annesi ile ilgili olarak, günlüklerini kitap haline getirdiği “Yeşil Bir At Sırtında” adlı eserinde şunları söyler: Çocukluk yıllarımda ağır ev işlerinden annemin beni parklara, bahçelere götürecek vakti olmasa da; bir köşede arkadaşlık edecek dakikalar bulurduk. Yaşamım boyunca hayranlıkla, tutkuyla bağlıydım hep anneme. Yaşadıkça da hayranlıkla anacak, hatırlayacağım. Çok olumlu etkileri, katkıları var kişiliğimde.
Babasını ise şöyle: Babam şeydi; nasıl desem, babasına benzemezdi bir kere. Çapkın, kumarbaz, yakışıklı ve çok tatlı bir adamdı.
Aynı kitapta, şiire başlamasını ise şöyle anlatır: 1938’de, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne yazılmıştım. O yılın Eylül sonları ile 1939 yılının Ocak ayı arası bir bunalımın içindeydim sanki. Bir kız arkadaşım vardı ama ona gerçekten âşık mıydım? Yoksa cinsel bunalımlar mı geçiriyordum? Sıkıntılı soluk alamaz biri olmuştum. Elime hangi dersi alsam bir sayfa okuyamıyordum. Sokaklara atıyordum kendimi. Bıraktım İstanbul’u, Ankara Hukuk’a aktardım kaydımı. İstanbul Hukuk dört yıl, Ankara üç yıldı. Şiir yapışmıştı yakama. Durmadan şiir yazmak geliyordu içimden. Aşktan, İstanbul’dan yani; kaçtım.
*****
Şiirler yazıyordu, evet. Ve ilk edebi evladını, 1943 yılında Garip akımının etkisinde, “Kızılçullu Yolu” adlı şiir kitabını yayımlar. O günleri de şöyle anlatır sonrasında: Kızılçullu Yolu’nda topladığım ilk şiirlerimle, çocukluk anılarımdan başlayarak yaşamın beni etkileyen renklerini getirdim. Hıdrellez gezintileri, bayram yerleri, İzmir’in faytonları, avlusunda tavuklar, horozlar beslenen baba evi, sabahları erken uyanmanın sevinci, ilk aşk kırgınlıkları, gençliğin çabuk kapanan duygu yaraları, öğrencilik yıllarının yolculukları.
Askerliği Çanakkale ve Ezine’de yedek subay olarak yapar. O yılları da şöyle anlatır: Yedek subaylık dönemim ikinci bir üniversite oldu yaşamımda. Ezine’de ilk işim bir posta kutusu kiralamak, ilk aylığımdan; Adımlar, Yurt ve Dünya dergilerine abone olmak, Remzi Kitabevi’ne on kitaplık bir sipariş vermek oldu. Ezine’ye giderken tek kitap götürmemiştim. Ezine’den bir sandık, hepsini de okuduğum kitapla döndüm Urla’ya. Askerden “Harbe Gidenin Şarkıları” adlı şiir kitabıyla döner.
ŞARKILAR
Ağladığını istemem ben ölürsem.
Beni en sevdiğin halinle hatırla.
Uzak bir yerde çalıştığımı düşün.
Hayatta olduğuma inan.
Bir gün gelir kendiliğinden,
Geçer bütün üzüntün…
Her yeni gelen günü,
Yeni bir ümitle beklemeli!
Her yeni gün,
Yeni havalarla gelir.
Gece, yağan yağmurla uyursun.
Sabah bir de bakarsın odan güneşli…
Her gelen vapuru, treni;
Yeni bir ümitle beklemeli!
Her gelen vapur, tren;
Yeni insanlarla gelir.
Ben esmerdim güzelim,
Bu sefer sarışını seversin.
Aşk, yaşayanlar içindir…
*****
Anadolu insanının çaresizliklerini konu etti hep. Buydu derdi, anlatmak istediği. Yaşama sevincini aktardı. Ekmeğine, rızkına nasıl sıkı sıkıya sarıldığını; coşkuyla.
Şiir de yazdı, hikâye de. Oyun da, roman da, deneme de. Hep yazdı usta. Şiiri, tam da ustadan öğrendiğim gibi; sevdiğine, sevdiğini demek için yazdı. Öyküyü de; birebir yaşadıklarını, toplumun yaşantılarını, insanları-insanlarını, anlatmak istediği için. Yazdı hep.
İyi tanıdığı, yakından tanıdığı, tanımaktan ve yaşamaktan, yaşamaktan ve paylaşmaktan gurur duyduğu; insanlarını yazdı.
O insanlarının, benzer taraflarının bakış açılarını birleştirerek yazdı öykülerini. Süssüz, macerasız, duru, dolu dolu gözlemlerini yansıttığını; yalın ve akıcı, buram buram hissettiren bir dille.
"...Ey harap gecekondular,
Teneke mahalleleri!
Siz bu ellerin yapısı değilsiniz,
Tanrı var...
Ey kıraç Anadolu’nun,
Savrulan devedikenleri!
Sizi böyle kenar köşe atan,
Zâlim bir rüzgâr..."
Dedim ya: 24 yıl önce bugün, 10 Ocak 2001'de, İstanbul'da ayrıldı aramızdan. Karaciğer kanseri dedi doktorlar sebebine. Çok sevdiği Urla'daki evi, müze şimdi. Ve Beşiktaş Vişnezade'de; şairler sofrasında, bir heykeli. Ve yüzlerce şiir, hikâye. Yüreğinin ve kaleminin yettiği bir ömür; roman, oyun ve denemeleri.
Kaç günümüz varsa şunun şurasında usta, dediğin gibi; o kadar güneşimiz var. Sen öğrettin: Her günlük hakkımız mutluluk.
Ey insan evladı, anla! Dün, bugün eksilen güneşler; ödenmez yarınla.
Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...