Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

RIFAT ILGAZ (8 Mayıs 1911-7 Temmuz 1993)


Bugün bir şair öldü dostlar. Hem öyle böyle bir şair değil. Bu toprakların yetiştirdiği en nadide yazar, şair, düşün insanlarından biri: Rıfat Ilgaz...

*****

Önce Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993 tarihinde katledilmesi, ardından 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta gerçekleşen Madımak Katliamında başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok dostunu kaybeden Rıfat Ilgaz, bu üzüntüye fazla dayanamaz ve Madımak Katliamından 5 gün sonra yani 7 Temmuz 1993'te, kendi evinde, "Elim birine değsin, ısıtayım üşüdüyse. Boşa gitmesin son sıcaklığım!" dizeleriyle, adını “Son Şiirim” koyduğu son şiirini yazar ve ayrılır aramızdan.

*****

“Önce şiirde sevdim kavgayı!
Özgürlüğü kelime kelime şiirde.
Mısra mısra sevdim yaşamayı,
Öfkeyi de, sevinci de…

Senin ışıklı günlerin,
Benim iyimser dostlarım;
Hepsi hepsi şiirde,
Ne varsa yitirdiğim…

Bütün bulduklarım şiirde!
Kafiyeden önce gelen,
Sevgilerimiz mi sade?
Sürgün de var, hapis de…”

*****

8 Mayıs 1911 yazar eskilerin deyimiyle kafa kâğıdında, Kastamonu’nun Cide ilçesinde, yedi kardeşin sonuncusu olarak doğduğunda. Öyle yazmış nüfus memuru, annesine göre mevsimlerden ‘derin kar’da.

İlkokulu bitirmesinin ardından ortaokuldayken liseye devam edip üniversite okumak istemesine ve öğretmenlerinin bu konuda onu desteklemesine rağmen babasının vefatı nedeniyle Kastamonu Muallim Mektebi'ne girer. En bilinen eseri Hababam Sınıfı’dır ama Hababam Sınıfı’nın dışında da şiirden romana, öyküden tiyatro oyununa ve anı kitaplarına kadar pek çok farklı türde çok sayıda eser yaratmış, verimli bir yazardır.

Evet, aydınlanmanın en çilekeş şairi, yazarı, yazın ve düşün insanı...

*****

Mizahın yanı sıra eğitimci ruhunu kattığı çok sayıda çocuk kitabı da yazmıştır Rıfat Ilgaz. Bununla birlikte, özellikle gazete yazılarının toplumcu yanı ağır bastığı için hayatı boyunca ‘Sakıncalı yazar’ damgasını taşır. Yaşamı boyunca da sağlık sorunlarıyla baş etmek durumunda kalır.

“Sevgilimin Mezarında” adlı ilk şiiri henüz 16 yaşındayken ‘Mehmet Rıfat’ imzasıyla Cide’de yayımlanan Nazikter Dergisi’nde yayımlanır. Bu yazdığı ilk şiiriyle bile o sırada Kastamonu'dan geçmekte olan Faruk Nafiz'in ilgisini çekmeyi başarmıştır.

İlk zamanlarında Varlık, Oluş gibi dergilerde yayımlanan kişisel şiirler yazsa da daha sonra hiçbirini kitaplarına almamıştır. Ona göre bu şiirler, gözü kapalı yaşadığı yılların ifadesidir. Bir süre şiir tekniğine yeni bir soluk getirdiğine inandığı Nâzım Hikmet ile çalışır. Onun Bursa Hapishanesinden gönderdiği şiirleri ‘İbrahim Sabri’ mahlasıyla yayımlar. Nâzım da Ilgaz'dan umutla söz eden ifadeler kullanır: Gençlerin içinde çok beğendiğim şairler var. Hepsinin ismini aklımda tutamıyorum. İsimleri henüz yer etmedi ama şiirlerini pek beğeniyorum. Şöyle aklımda kalanları, sıra tefriki yapmadan sayayım: Dinamo, Suat Taşer, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Orhan Kemal, Saffet Irgat vesaire…

Ayrıca Nâzım, başka bir zamanda ‘kendi sesini bulması’ için Orhan Kemal'e Rıfat Ilgaz'ı örnek göstermiştir.
 
*****

Ilgaz, Kastamonu Muallim Mektebini bitirir bitirmez Bolu’da, Gerede ve Akçakoca’da öğretmenlik yapar. Altı yıl süren bu Bolu macerasında kızı Gönül’ün annesi de olan ilk eşi Nuriye Hanım’la tanışıp evlenirler. Ancak iki yıl sonra ayrılırlar. Nuriye Hanım’dan “Sarı Yazma” adlı eserinde Necmiye olarak bahsedecektir. 1933 yılında askere alınır.

Doğduğu ve yetiştiği kent olan Kastamonu'ya bağlılığını her fırsatta dile getiren Ilgaz; 1934 yılında gerçekleşen soyadı devrimiyle kendine bu kentin en büyük simgesi olan Ilgaz Dağları’nın ismini soyadı olarak seçmiştir.

1936 yılında Gazi Eğitim Enstitüsüne girer ve 2 yıl sonra bitirir. Oğlu Aydın ve kızı Yıldız’ın annesi ikinci eşi Rikkat Hanım’la da enstitüye başlar başlamaz tanışır, evlenir. Sonrasında bir röportajında “Benim yüzümden işinden olmaması ve çocuklarımızın zarar görmemesi için anlaşarak ayrıldık.” diyeceği Rikkat Hanım’la evliliği 2 yıl, yani enstitü öğrenim hayatı boyunca sürecektir.

Gazi Eğitim Enstitüsünden mezun olur olmaz Adapazarı’na atanır fakat verem hastalığına yakalandığı için öğretmenlik yapamadan buradan ayrılır ve İstanbul Yakacık Sanatoryumuna yatar.

*****

“Sarı Yazma” adlı eserindeki İffet’le yani çocukluk aşkı Fikret Hanım’la bu dönemde evlenir. Fakat evliliği 14 gün sürecektir. Bir sonraki eşi ise Prof. Dr. Günsel Koptagel olur. Günsel Hanım’la olan evliliği de uzun sürmez. II. Dünya Savaşı'na denk gelen bu dönemler daha sonra yazın hayatında da oldukça etkili olmuştur. Örneğin savaş, “Karartma Geceleri” romanının arka planında yoğun olarak hissedilmektedir. 

1943 yılında Karagümrük Ortaokulunda bir öğretmenle kavga ettiği için Nişantaşı'na sürülür. Aynı yıl ağabeyinin de bulunduğu Tosya'da deprem olunca oraya gider ve daha sonra izlenimlerini gazetede yazar. Ayrıca bir de bu deneyimi yansıtan “Tosya Zelzelesi” şiirini yazar.

"Bu aksam başı dumanlı Ilgaz’ın
Devrek’in üstünde bulutlar,
Havada yağmur ağırlığı...

Kepenkler erken çekildi,
Hanönü'nden dağıldı memurlar.
Kısa kesti paydos düdüğünü
Çeltik fabrikası...

Sustu dokuma tezgâhları,
Durdu iki bin mekik.
İki bin dokumacı vardı uykuya,
Saat biri otuzbeş geçiyor...

Köpekler silkindi uykudan.
Değişti bir anda manzara,
Canlı cansız devrildi ne varsa ayakta
Yok oldu insan emeği...

Döküldü sokaklara insanlar,
Ölüler kaldı yerinde.
Vakitsiz giden hastalarına
Üzülecek hemşireler kalmadı...

Sağ kalan çocuklarımız bir daha
Karşısına çıkmayacaktır Öğretmen Kâzım’ın.
Çocuğunu emziren kadının
Soğudu memesinde sütü...

Kimler dönecek köyüne,
Hana sağ inenlerden;
Yolcular yataklarında gömülü,
Atlar ahırda ölüdür...

Bozuldu tezgâhlar, düzenler,
Mekik tutan eller kırıldı;
Yarın Çeltik Fabrikası işbası çalamaz,
Artık uyandıramaz çalsa da,
Yedi yüz Tosyalı'yı uykudan..."

*****

II. Dünya Savaşı döneminde öğretmenlik yaparken hayatında ve çevresinde gördükleriyle toplumcu bir anlayışa yönelir. Halktan biri olması ve halkın çektiklerini kendisinin de çekiyor olması, onda bunu ifade etme isteği ve ihtiyacı yaratmıştır. Bu amaçla çıkardığı 1943 yılında yayımlanan ilk şiir kitabı Yarenlik’te, çevresindeki insan hayatını anlatır. Kitabındaki özellikle “Alişim” adlı şiir, onun edebiyatta durduğu noktayı okuyuculara açıkça sunar: 

“Kasnağından fırlayan kayışa,
Kaptırdın mı kolunu Alişim!
Daha dün öğle paydosundan önce
Zileli’nin gitti ayakları…

Yazıldı onun da raporu: “İhmalden!”
Gidenler gitti Alişim,
Boş kaldı ceketin sağ kolu...

Hadi köyüne döndün diyelim,
Tek elle sabanı kavrasan bile
Sarı öküz güngörmüştür,
Anlar işin içyüzünü!
Üzülme Alişim; sabana geçmezse hükmün,
Ağanın davarlarına geçer...

Kim görecek kepenek altında eksiğini,
Kapılanırsın boğaz tokluğuna.
Varsın duvarda asılı kalsın bağlaman,
Beklesin mızrabını…

Sağ yanın yastık ister Alişim,
Sol yanın sevdiğini.
Ama kızlar da emektar sazın gibi,
Çifte kol ister saracak!”

Bu şiirde toplumu birçok açıdan anlatmaktadır. Köyden kente göçten, işçinin durumuna kadar toplumsal gerçekleri irdelerken bir yandan da bu toplumsal gerçeklik içinde sıkışıp kalan bireyin durumunu da okuyucuya sunar. Ne de olsa, kızlar da emektar saz gibi iki kol ister saracak! Şiirin kullandığı dil ise anlattığı konuların tarzına uygun bir şekilde sadedir.

*****

Küçük bir mahkeme salonunda savcı iddianameyi okumaya başladı: Sayın hâkim, kitap kırmızı kapakla çıkmıştır ve adı Sınıf’tır. Bu nedenle TCK’nın 216. maddesine göre yani halkın; din, dil, ırk, mezhep, sosyal sınıf veya bölge farklılığı açısından farklı özelliklere sahip bir kısmını, diğer bir kısmı aleyhine kin ve düşmanlığa ittiği gerekçesiyle suçludur. Gereğinin yapılmasını arz ederim...

33 yaşındaki adam şaşkınlıkla etrafına baktı. Her şey ona şaka gibi geliyordu. Bir şiir kitabı için miydi tüm bunlar? Bu mahkeme, bu savcı, yanında kendisini savunmak için duran avukat, hâkimin önündeki yazman.

Öğretmendi, yıllarını okuldaki öğrencilerine vermişti. "Çocuklarım” diyordu onlara. Kitabında da çocuklarını anlatmıştı zaten. O halde neydi suç olan? Neden buradaydı?
Savcı devam ediyordu: Ama kitap kırmızı, üstelik adı da Sınıf…

Şiirlerinden kesik kesik mısralar geldi 33 yaşındaki adamın aklına:

“…Yoklama defterinden öğrenmedim sizi, 
Benim haylaz çocuklarım!

“…İsterken adam olmanızı, 
Çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun; 
Palto, ayakkabı yüzünden…”

“…Kiminiz limon satar Balıkpazarı’nda, 
Kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder…”

Bunlar ve buna benzer şeylerdi yazdıkları sadece. Nâzım Hikmet’in kitaplarından sonra ilk kez bir kitap toplatılıyor ve yasaklanıyordu. Kitabın kapağının rengi kırmızıydı ve adı da Sınıf’tı. Sakıncalı bulunup yasaklanan kitabından dizeler geliyordu aklına. Şaşkındı.

“(…) Benim bilgili, becerikli çocuğum!
Kalktığın zaman tahtaya,
Yüzünün kızarması neden?
Ayağında sağlamca bir papuç, 
Sırtında bir ceket yok diye mi?
Ne var bunda sıkılacak, 
Utanmak bize düşer çocuğum!”

Aklında dizeler dolaşırken birden herkes ayağa kalktı. “Yaz kızım!” dedi hâkim: TCK’nın 216. maddesine göre yani halkın; din, dil, ırk, mezhep, sosyal sınıf veya bölge farklılığı açısından farklı özelliklere sahip bir kısmını, diğer bir kısmı aleyhine kin ve düşmanlığa ittiği gerekçesiyle altı ay hapsine…

Hayatında ilk kez tutuklanıyordu. Altı ay hapiste yattı. O zamanki yasalara göre altı aydan fazla hapiste yatan bir kişi öğretmenlikten çıkarılıyordu. Adam tam tamına altı ay hapiste yatmıştı. Ne bir gün fazla, ne bir gün eksik. Ama altı aydan fazla yatmış gösterilip öğretmenlikten de atıldı.

Yılmadı, yazdı yine. Kendince güzel bir dünya kurabilmek hayaliyle hep yazdı. Tutuklandı, işkenceye maruz kaldı, hayatı zorluklarla ve direnmeyle geçti. Yetmiş yaşında kendi köyünün halkı içinde gözleri bağlanarak elleri kelepçeli gözaltına bile alındı. Ama yine yazdı. Oğluna Aydın ismini koydu. Yazmaktan ve aydınlatmaktan hiç vazgeçmedi Rıfat Ilgaz.

1944 yılının Ocak ayında yayınladığı “Sınıf” kitabıyla Rıfat Ilgaz’ın adliyeler ve hapishanelerle olan yakın tanışıklığı başlar. Kitabı toplatılır. Hüküm verilmiştir. Bir süre kaçan ve saklanan Ilgaz, 24 Mayıs 1944'te Birinci Şubeye teslim olur. 6 ay cezaya çarptırıldığı için de hapishaneden çıktığında, hem öğrenciliğini hem de öğretmenliğini kaybetmiştir artık.

Bu yaşadığı sıkıntılarla sağlığı da oldukça bozulan Ilgaz, Heybeliada Sanatoryumuna yatar. Bu dönemde yaşadıklarını bir çeşit anı-roman olan Karartma Geceleri’nde, karakteri ‘Mustafa Ural’ aracılığıyla anlatır.

Rıfat Ilgaz, ‘Stepne’ takma adıyla yazdığı için bu hikâyelerin kime ait olduğu da ilginç tartışmalar yaratmıştır. Hatta bir süre sonra kendi adıyla bu yazıları topladığında birçok insan ona inanmaz.

*****

1940'lı ve 50'li yıllarda yoğun bir şekilde dergicilikle uğraşır. Bu dönemde de hükümete ve İran Şah'ına hakaretten tekrar hapse girer. 1950’de Af Kanunuyla hapisten çıkar. Bu dönemde özellikle Sabahattin Ali ve Aziz Nesin'le birlikte çıkardıkları Markopaşa, Türk siyasi edebiyat tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. 

Mizah yoluyla ülkedeki gidişatı eleştiren yazılara yer veren yayın kısa sürede büyük ilgi toplar. İlgi toplar toplamasına da her defasında bir bahaneyle dergi kapatılır. Kapatıldıkça Hür MarkoPaşa, Yedi-Sekiz Paşa gibi başka isimlerle tekrar çıkan derginin benzer isimlerle sahteleri dahi türer. 

1953 yılında yayımladığı “Devam” kitabı da toplatılır ve yazar hakkında soruşturma açılır. 1956 yılında İlhan Selçuk'un çıkardığı Dolmuş dergisinde bir hikâye serisi yayınlamaya başlar. Daha sonra bu yazılar Hababam Sınıfı romanı olur. Çizimlerini Turhan Selçuk'un yaptığı bu dizi çok tutar. 

Rıfat Ilgaz o süreci şöyle anlatır: Hababam Sınıfı'na ben öykü diye başladım. Üç öykü yazdım. Dolmuş dergisine, İlhan Selçuk'a bıraktım. Öyküler aynı yerde geçiyor, aynı kişiler. İlhan, Dolmuş'u çıkarıyor, benden de öykü istiyor. Her hafta yazmak zor olduğu için üç tane yazdım. İlhan, o sıralar askere gidecek. “Öyküler bitince giderim.” dedi. Öyküler yayımlanınca çok tuttu. İlhan “Bunları ona çıkaralım.” dedi. “Peki!” dedim. Kolay. Nasıl olsa kişiler var, olay da yemekhanede, dershanede geçiyor. Tan gazetesinde baş musahhihim. İşim bitince oturup öykü yazıyorum. Çoğu başımdan geçen olaylar, benim yatılı hayatım. Baktım, kırk-elli oldu. İlhan boyuna arttırıyor. Dedim, “Senin işin bitti ama ben bunu roman yapacağım.” Aydıncık yani oğlum Aydın Ilgaz Kabataş'ta okuyor. O da bana konu getiriyor. Kabataş Lisesi'nde yatılı. Bir gün “Baba!” dedi, “Okula polis geldi.” “Ne oldu?” dedim. Bir kız yüzünden Kabataşlılar kavga etmişler. Bu olay romanın sonu oldu. Yatılıları okuldan sürdürdüm. Kel Mahmut sürgünleri istasyona götürüyor, gözleri yaşlı bir halde trene bindiriyor. Böylece roman bitti. Aydın bitirdi romanı yani. Kabataş'ta o kavga çıkmasaydı roman daha uzayacak ve İlhan Selçuk askere gidemeyecekti. Sonradan saydım baktım 73 öykü olmuş. Ben Hababam Sınıfı'na anı diye başladım aslında, mizah diye başlamadım. Okul anıları işte; çocuklarla geçen, birlikte yaşadığımız, yatılı okuldaki olaylar. Sonradan böylece romana dönüştü.

İlk denendiğinde sansüre takılan Hababam Sınıfı, Umur Bugay'ın senaryosuyla sansürden geçer ve Ertem Eğilmez'in yönetmenliğinde çekilir. Fakat Ilgaz, bu durumdan hoşnut değildir. Çünkü sansürden geçmeyi başaran senaryo, eserin bütün toplumsal eleştirilerinden arıtılmış ve sadece eğlencelik bir komedi haline getirilmiştir. Bu durumu şöyle açıklar: Onlar, Hababam Sınıfı'nın özüne saygı gösterilerek çevrilmiş filmler değildi. İçeriği bakımından, tezi bakımından aykırıydı. Ben eğitimi eleştiririm. Kopyacılığı, ezberciliği... Senaryoyu yazanlar öğrenci velilerine başlıyorlar çıkışmaya. Hemen dava açtım.

Daha sonra Ilgaz, diğer Hababam Sınıfı yazılarını da yayınlar. 27 Mayıs'tan hemen önce gönderilmesi planlanan sürgünden 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesiyle kurtulur.

Filmin başarısından sonra altı film daha yapılır. 1974'te emekli olan Ilgaz, Cide'ye yerleşir. 12 Eylül döneminde Cide'de bulunan Rıfat Ilgaz, sürekli tehdit ya da rahatsız edilmiştir. Mesela bir gün oturduğu evin karşısındaki binaya Rıfat Ilgaz evden atılmadığı takdirde evin taranacağına dair not asılır.

*****

"Ilgaz usta; inanılmaz çilelerin, yiğitliklerin adamıdır. O, çağımıza onur veren namuslu kişiliklerden birisidir” der Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz için; ekler ardından: Hiçbir çile, hiçbir acı, hiçbir engel, hiçbir bela onu insanlık yolundan döndürememiştir. Onun elinin değdiği her şey altın olmuştur. Mizah yazmıştır, en güzelini… Şiir yazmıştır, ülkemiz şiirinin en güzel örneklerinden… Romanı, hikâyesi de öyle... O, bizim edebiyatımızın doruklarından biridir. Ama ne yazık ki; biz böylesine özverili, böylesine halkımıza timsal olmuş, böylesine büyük ustalarımızın kadrini ancak seng-i musallada biliriz.

*****

Rıfat Ilgaz, romanlarının çoğunu 1970'li yıllarda yazmıştır. Zaten bu yıllar Türk romanında, özellikle politik içerikli eserlerde, oldukça üretken bir dönemdir. Sevgi Soysal ve Adalet Ağaoğlu gibi yazarlar 12 Mart romanı tarzında eserler yazarken Ilgaz, daha önceki dönemleri de kapsayan eserlere imza atar. Özellikle Kastamonu hayatını kaleme aldığı romanlarında yerel edebiyata eğilim gösteriyor gibi görünse de bu eserlerinde anlattığı hayatlarla halkın tarihsel süreç içerisindeki durumunu işlediği için halkçı edebiyat çizgisini sürdürdüğünü söylemek mümkündür. 

1970 yılında gerçekleşen yazar Afet Muhteremoğlu ile olan evliliğinden, 1971 yılında kızı Defne doğar. Aynı yıl Basın Şeref Kartı alır. Bu yıl ayrıca Sınıf Yayınları'nı kuran Ilgaz, kendi kitaplarını yayımlamaya başlar.

*****

28 Mayıs 1981 gecesi, Rıfat Ilgaz, “Yıldız Karayel” romanını yazmaktayken gözaltına alınır. Gözleri bağlanarak ve zincirlenerek merkeze kadar yürütülür ve Kastamonu Et Balık Kurumu mezbahasından bozma hapishaneye konulur. Ilgaz; doktor muayenesi isteyerek hastalığını kanıtlayınca, jandarma tarafından Ballıdağ Sanatoryumuna yatırılır. Zaten gözaltına alınacak bir sebep olmadığından genel sorgudan sonra serbest bırakılır. Bu olay sonrasında oğlu Aydın Ilgaz, onu İstanbul'a getirir.

“Savaştı türkülerimizi yakıp kavuran;
Kurşun gibi işleyen, ciğerlerimize...

Açlık bir yandan;
Verem, sıtma, frengi bir yandan.
Erkeksizlik, evlat acısı…” 

*****

Dedim ya: Önce Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993 tarihinde katledilmesi, ardından 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta gerçekleşen Madımak Katliamında başta yakın dostu Asım Bezirci olmak üzere birçok dostunu kaybeden Rıfat Ilgaz, bu üzüntüye fazla dayanamaz ve Madımak Katliamından 5 gün sonra yani 7 Temmuz 1993'te, kendi evinde, "Elim birine değsin, ısıtayım üşüdüyse. Boşa gitmesin son sıcaklığım!" dizeleriyle, adını “Son Şiirim” koyduğu son şiirini yazar ve ayrılır aramızdan.

Ölür mü acılara katlanmasını bilenler, direnenler tüm kırımlara karşı? Ölmez! Ölmez; hep sevgiden yana olanlar, hep ruha dokunanlar, bir ekmeği paylaşanlar, yitip gitse de güzel insanlar ölmez! Sonsuza kadar yaşarlar yüreğimizde.

Her yıl memleketi olan Cide ilçesinde 7-8-9 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşen Cide Rıfat Ilgaz Sarı Yazma ve Kültür Sanat Festivali’nde konserler, paneller, dinletiler eşliğinde anılır.


Zincirlikuyu Mezarlığı'nda yatar şimdi, yakın dostu Asım Bezirci'nin hemen yanında, ebedi istirahatgâhında. Anısına, bu hayata karşı duruşuna ve muhteşem üretimlerine saygıyla…




ARŞİV YAZILAR