Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

KÜÇÜK İSKENDER (28 Mayıs 1964 – 3 Temmuz 2019)


Ağır Roman filmindeki, 'Kalfasına âşık bir erkek tamirci çırağı' rolüyle tanıdı onu Türkiye. Ve şiirleri...

Babasıydı dinmeyen acısının, bitmeyen hüznünün adresi ya babası; yüreğine yerleşiverip bir daha hiç çıkmayan - acı anayurdunun - başkenti. Minik bir serçe gibi pıt pıt atan ama acılı yüreği...

*****

Gerçek adı, Derman İskender Över... 

28 Mayıs 1964’te, İstanbul Fransız Hastanesi’nde, Över ailesinin oğlu olarak dünyaya geldiğinde ailesi, ona, “Derman İskender” adını verdi. Ailesinin beklediği aslında bir kız bebekti ama o dünyaya bir erkek bebek olarak gelmişti. Tüm yaşamı boyunca pek çok kez ailesini şaşırtacak olan İskender’in ailesine yaşattığı ilk şaşkınlık ânı bu oldu.

Babası, grafik sanatçısı Derviş Över’e nefret duyarak büyüdü. Tabi ki bu durumun sebepleri vardı. Acıyı, o kocaman yüreğine yerleştiren babasıydı. Otoriter bir baba olan Derviş Bey’den çok dayak yediğini ilerleyen zamanlarda her zaman dile getirecekti. Bir de babasına duyduğu o çocuksu duyguyu, Radikal Gazetesi’nde yayımlanan, Kenan Evren’e yazdığı mektupta açığa çıkaracaktı. Bir yerinde şöyle diyordu: Bizim aile de sayenizde çöktü. 

Komünist babam; arkadaşlarının gördüğü işkencelere, yaşadığı coğrafyanın güzel insanlarının genç/orta yaşlı demeden itinayla seçilerek imhasına tanık ola ola önce kendini, sonra yuvasını mahvetti. Akademik eğitim görmüş bir ressam olmasına rağmen Tünel'de yarısı yanmış, pislik içinde bir binanın karanlık odalarında canını teslim etti.

Peki annesi? Onu da Mehmet Erte ile yaptığı bir röportajda şöyle anlatır: Annem ise, Beyoğlu’ndan. Liseden ayrılmış bir kadın. Anneannemin enteresan bir çevresi varmış. Örneğin, İngiliz Kemal’in eski karısı. Annemin genç kızlığı bu tür insanlardan dinlediği ilginç hikâyelerle süslü. Ancak zor bir aile anneminki. Sorunlu ve despot babanın kıyıcılığı usandırıyor. Babamın, annemi görüp beğenmesiyle, annem neredeyse babamı tanımadan “Evet” diyor ve 18 inde ben doğuyorum.

Çok fazla oyuncağı yoktu İskender’in, kitaplarla vakit geçiren bir çocuktu. Hâl böyle olunca, edebiyata yönelmesi de kaçınılmaz oldu.

*****

"Kelimelerin bir eskisi, bir yenisi var. Varlıkların, var olduğuna inanmak istediklerimizin de öyle. Ancak şu beşini birbirinden ayıracak cesareti aşktan, hayâllerden, siyasi mücadeleden başka hangi gövdede bulabiliriz ki: Ölü, ceset, leş, kadavra, naaş... Bunları ayıracak cesareti olanlar, mutlak aklı önlerindeki o cansız et yığınlarında kaybettiler. Ben kaybedilmiş akılların izini sürdüm, raporlar tuttum. Ancak şimdilik bu kadarını bulabildiğim, yazabildiğim lütfen tutanaklara geçirilsin." diye tanımlıyor kendini Küçük İskender.

“De gülüm! De ki: Ela bir günde geleceğim.
İstanbul darmadağın olacak, saçlarım;
Darmadağın. Hepsi, darmadağın!
Üzülme gülüm! Toparlanacağız birlikte.
Ayağa da kalkacağız, yürüyeceğiz de gülüm!
Hem de çelikten toprağını dele dele hayatın…

De gülüm! De ki: Bitmiştir umut, bitmiştir!
Sevgi, bitmiştir güven.
Güven bana gülüm!
Sana bitmemişliği öğretecek, tattıracaktır;
Hasretten-hakikaten-ten değiştiren yüzüm!

Göreceksin gülüm! Bekle!
Hırslarımız, acılarımız gitgide ihanetlere,
Hainlere, ezilmelere alışacak.
Göreceksin-sevinçten ağlayacaksın gülüm-ki
İşte o vakit bana-doğrudur!-
Şair olmak, seni sevmek pek çok yakışacak!

Bak! Şiirler var, mektuplar var, çocuklar var,
Sokaklar var, kediler!
İnan bana gülüm, ölüm yok bir tek! Ölüm yok bize!
Ölüm inananlar için sessizce;
Kara kaplı kitaplardan çıkartılacak.

Göreceksin gülüm! Bekle! Göreceksin!
Artık hiçbir insan, hiçbir kavga ve hiçbirimiz;
Bu dünyada, yapayalnız, umarsız kalmayacak!”

“Gülten” koyar bu şiirine isim olarak ama yine ‘ölüm’ vardır dizelerinde. Türk şiirinde Cahit Sıtkı’dan sonra en çok ‘ölüm’ temasını işleyen şairdir belki de!

*****

Şairlere; ölümünden sonra ne yapılmasını istedikleri yönünde bir soruya da, şöyle cevap verir: Ben öldükten sonra nasıl bir ritüel olur diye düşünürsek, mesela Can Baba'nın mezarına şarap dökmek gibi bir şey de istemem ben. Benim arkamdan domuz gibi içsinler de istemem. Kim ne yapmak istiyorsa yapsın o beni ilgilendirmez de, benim istediğim; benim öldüğümü duydukları gün mesela, dansa gitsinler isterim. Yani dansa gitmeyenler, dansa gitsin. Bir gün önce dansa gidenler de, uzun zamandır çok özledikleri sevgililerini arasınlar. O sevgililerini arayanlar da varsa; ne bileyim parti versinler o gece, yani çok eğlensinler. Ben öldüm diye eğlenmesinler, böyle bir adam yaşadığı için eğlensinler.

*****

“Yoktu! Kâğıt alacak param yoktu.
Avucuma yazdım koyu koyu satırları...

Yoktu! Param yoktu tek bir zarf alacak.
Sıktım sıktım yumruğumu...

Kestim, kestim! Koparttım bileğimden elimi.
Sana öyle içinde yolluyorum bu veda mektubunu...”

Ömrü boyunca acılar içinde kalan ama o kocaman yüreğiyle, her yazdığı bir vedaydı belki; kim bilir? 3 Temmuz 2019'da, henüz 55 yaşında, çok sevdiği Bodrum'da son kez yazdı şiirini, bir ‘veda mektubu’ niyetine. Kuş oldu uçtu da veda etti bu hayata. Doktorlar kanser dediler adına. İstanbul'dan her şeyi bırakıp; ölümünden 2 yıl önce, Bodrum'a gitmesini ise şöyle açıklar, ismine “Küçük” dedikleri ama kocaman yürekli İskender: İlk aşkıma döndüm ben. 17 yaşındayken; burada sahilde bir gece tek başıma oturmuş, denize, “Sana âşık oldum! Bir gün geleceğim sana, bekle beni!” demiştim. Sözümü tuttum sonunda. Herkes ilk aşkına dönse, dünya çok daha güzel olur. İnan bana...

*****

“Çınar ağaçları ölüm orucunda.
Hasarat ayaklarımla geldim geceye.
Bu şehir şimdilik şurda unutulsun.
Uzun bir bıçak vardı ya avucumda,
Kendi kendini kanatırdı sessizce…

Sevdiğim adamın adı: Sokak adları!
Sokak atları ve sokaksız yalnızlığım;
İçimde tuzlu bir mağma taşırmışçasına,
Yüzüme geldim yüzümde kuru çam yaprakları.
Çamlar dediysem inanmanız da gerekmez!
Pencerelerden sarkıtılan,
Kaçık erkek çorapları... Aaah! Ölüm!
Zulmettikçe hicvedeceğim seni,
İçeceğim anasını satayım!
Kusacağım da! Her yere bakan gözlerimle...
Tut elimden İstanbul!
Tut elimden pis orospu!
Tut ki elim sana bir mektup gibi kanasın,
Tut ki elim bir an olsun sıcak;
Bir an olsun bir sübyan ağlayışı gibi,
İmzasız kalsın!”

“Ölümü de Kusacağım” demesine, o duyguyla şiir yazmasına mı yanmalı? Yoksa

“Bulamadılar nerede kuruyup kaybolduğumu. 
Ruhumu toprağa emanet ettim, 
Bense hatıralara saklandım.
Ben ölürsem kara kutumu bulamayacaklar. 
Küçücük kabrim, bir çocuk kalbi gibi haylaz olacak…” bu dizelerine mi?

Bulamadılar kara kutusunu. Yüreği, biz şiir yüreklerde dize dize; ruhu her yeşeren fidede, her açan çiçekte, her uçan kuşta belki, sonsuz mavi ufuklarda. Şiirlerine, acılarla dolu naif yüreğine, sevgiye bağlılığına, aşka aşkına, hayata hep güzel bakan yanına inandık usta. Sana ve şiir sevdana, şiire inandık! Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...
 




ARŞİV YAZILAR