Baha Sadık Akıner

Baha Sadık Akıner

FAKİR BAYKURT…


“…Bir köy biliyorum; eskiden orada, yalnız iki üç kişi sarhoş olurdu. Şimdi pancar ekiyorlar, tarlası olanlar üç beş kuruş alıyor. Pancar ekiminden sonra kafa çekenlerin sayısı yükseliverdi köyde; otuz oldu! Yazın harmanda bile çekiyorlar kafayı. Pancar, rakıcıların sayısını yükseltmeye yaradı. Bir de körpe körpe gelinlerin romatizma olup inim inim inlemelerine. Keseyle birlikte kafa da yükselmezse, başka bir şeye yarayacağı da kuşkuludur. Yılda iki üç bin liralık pancar satan bir tanıdığım; sözümü tuttu, hasta karısını doktora götürdük. Doktor reçete yazarken, arkadaşım gözüne bakıyor: «Aman Bey, ucuz yaz, gözünü seveyim, kurbanın olayım!» diyordu.

Sivas dolaylarından başka bir örnek vereyim: Kelkit vadisi, verimli toprakları olan bir vadidir. Kan ek, can bitsin! Bir yıl, fasulye iyi para etmişti. Ben o zaman Sivas’taydım. Vadi köylerine, köylülerine biraz para girmişti. Fazla para, evleri daha güzel yapmalıydı. Sofraları bezemeli, bollaştırmalıydı. Yaşama düzeyini yükseltmeliydi. Tersine oldu… Köylüler, ellerine geçen parayla bellerine birer «Bara-bellom» aldılar. Gecelerde, gündüzlerde, düğünlerde, bayramlarda, taaaak taaaak, tak! Mermi için etek etek para veriyorlar şimdi. Birbirlerini yaralayıp öldürüyorlar.

Türkiye’de, köyümüzün, kentimizin sayısız zorlukları var. Bir tane, birkaç tane değil, çok… Bunların ortadan kaldırılması; doğruca anlaşılıp, iyice bilinmelerine bağlı. Okullarımızın, üniversitelerimizin bunlarla ilgilenmesi, öğrencilerde şimdiden bir kıvılcım tutuşturması, onlara şimdiden bir heyecan kazandırması gerek. Bugün bu zorlukları iyice biliyor muyuz? Okullarımız bunlarla ilgilenmiyor mu? Ne gezer! Hâlâ ayağı toprağa basmayan birtakım beyler; nelerle uğraşıyor, nelerle gün tüketiyor, görüyorsunuz! Bunlar, asıl sorunlardan ne kadar uzaklarda dolaştıklarının hiç farkında değiller mi acaba?

«Falanca masondur, filânca masondur…»

«Verin 1200 lira, teravih imamı tutun…»

Bu mu bizim zorumuz?

Bizim zorumuz; ne yapıp edip, köylümüzü, iki yüz kuruş verip o kokan peyniri yiyecek kafadan ve ekonomik perişanlıktan kurtarmaktır.”

der Fakir Baykurt; 1960 yılında Remzi Kitabevi tarafından basılan, 1959-1960 yılları arasında çeşitli yayın organlarında çıkan, gerçeklerden yola çıkan bir anlatı şeklinde yazdığı toplam 30 öyküsünü toparladığı “Efkâr Tepesi” adlı kitabının “Bir Peynir Hikâyesi” adlı öyküsünde…

Gün, Fakir Baykurt dostlar…

***

Öğretmen, yazar… Eserleri Bulgarca ve Rusça başta olmak üzere birçok dile çevrilen; Türkiye Öğretmenler Sendikası ve Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu genel başkanlığını yapan bir Usta...

Asıl ismi, Tahir…

Savaşa gidip de dönemeyen amcasının adıdır Tahir…

15 Haziran 1929 Cumartesi, tam da orak mevsiminde yani, bir Burdur-Yeşilova’nın Akçaköy akşamüstünde, ılık ılık esen bir meltem rüzgârında; çiftçi Veli’den olur da, Elif’ten doğar Tahir…

Annesi Elif, Kara Aliler’in kızı; babası Kara Veli, Dütçeler’den idi. Babasının yaşamında yokluk, askerlik ve mahkemeler bir türlü bitmek bilmedi. 2 yılda döneceği askerlik hayatı 14 yıl sürdü, birçok cephede savaştı. Kara Elif’in dünyaya getirdiği sekiz çocuğun altısı hayatta kaldı.

1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na eğitimine başlar. İki yıl sonra babası Veli Bey kağnıdan düşüp hayatını kaybeder. 9 yaşındadır Tahir. Ve eğitimini yarım bırakarak Balıkesir iline bağlı Burhaniye'de yaşayan dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar.

II. Dünya Savaşı başlayınca dayısının askere alınması üzerine, köyüne dönerek okula devam etme imkânı bulur. Bir yandan ırgatlık, çobanlık, bir yandan suculuk, köy kâtipliği yaparak eğitimini üç yıl kesintinin ardından kendi köyünde tamamlar.

1942 yılında kaydolduğu Gönen Köy Enstitüsü’nde bulunduğu dönemde şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt, Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatır:

“…Köy enstitüsü, benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum; enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu…

…Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık; kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı…”

Bursa Cezaevi'nde hapis yatan Nâzım Hikmet’in şiirlerinin gizli gizli yayıldığı ve okunduğu yıllar…

Bakın Tahir Baykurt, bu konuda neler anlatır:

“…Kitaplıkta Nâzım Hikmet’in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Denizli Çivril’in bir köyüne gidip onları buldum. Nâzım’ın yedi kitabını, kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum.”

Böyle bir Şiir sevdası, böyle bir emek, böyle kocaman bir yürek…

***

İlk şiiri olan “Fesleğen Kokulum”, 1945 yılında, Eskişehir'de çıkan “Türk’e Doğru” adlı dergide yayımlanır.

FESLEĞEN KOKULUM

Fesleğen kokulum, seni rüyamda:

Kâh testi elinde pınar yolunda,

Bizim mahalleden geçer görürüm.

Kâh yeşiller demet demet elinde,

Bahçemizden derip kaçar görürüm…

Kâh düğün gününde, şenlik yerinde;

Ortada kıvrakça döner görürüm.

Kâh bir kuşluk vakti serçeler gibi,

Aşkımın dalında konar görürüm…

Kâh Gartotlak'taki çadırınızda;

Koyun, keçi, inek sağar görürüm.

Kâh Gökbayır'daki taşın dibinde,

Başımı dizinde okşar görürüm…

***

Orhan Veli çizgisindeydi şiirleri fakat içeriği köy hayatıydı. Fakir Baykurt, tüm eserlerinde köyü, köylüyü ve köy hayatını işlemiştir. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak dergilerinde şiirleri yayımlanır. Bu yıllarda şiirlerinde, daha sonra ise tüm yazılarında “Fakir Baykurt” adını kullanmıştır.

İlk başta bir takma adı olsun isteyen Tahir, bir gün postadan adına gelen evrak için postacıya yanlışlıkla “Fakir Baykurt’a geldi” diyerek seslendi, sonrasında da bu takma adı benimseyerek ömrü boyunca kullandı.

1948 yılında Gönen Köy Enstitüsü’nden mezun olup hayâli gerçekleşir ve köy öğretmeni olur. Beş yıl boyunca Burdur’un Yeşilova ilçesinin Kavacık ve Dereköy köylerinde ilkokul öğretmenliği yapar. Bu dönemde arkadaşları ile Ege ve Göller Bölgesi Türkiye Köy Öğretmen Dernekleri Federasyonu'nu örgütler.

***

Şiir çalışmalarından sonra köy notları yazmaya başlar. Bunlar, hikâye ve romana geçişinin bir hazırlık safhası niteliğindedir. Köy gerçekliğini başlangıçta hikâye ile vermeye başlayan Baykurt’un hikâyecilikteki kabiliyetini romancılık takip eder.

O’na göre öykü, "Yazıldığı dönemin tarihsel, toplumsal renklerini, özelliklerini içermeli; az da olsa belge işlevi yüklenmelidir."

Fakir Baykurt’a göre sanatın görevi; engelleri aşmak, devrim yapmaktı. Roman ve hikâyeye, hayata karşı tavır almayı ve devrimci tutuma yönelmeyi sağlama görevi yükledi. O’na göre sanatçının ve sanatın gayesi; toplum sorunlarına eğilmek, kitleleri uyandırmak ve bilinçlendirmek olmalı idi.

Ele aldığı konuyu, işlediği sorunu eleştirel gerçekçi bir bakışla yansıttı. Hikâyelerinde köy gerçeklerini, köyün değişik kesimlerinden portrelerini, köydeki insanların acılarını, dertlerini, sorunlarını işledi.

Eserlerinde kırsal kesim insanının yaşama biçimini, sorunlarını, ilişkilerini gözleme yaslanarak anlattı. Romanlarında köylünün kader saydığı yoksulluktan kurtulması için mücadeleci tiplerin gerekliliğini vurguladı. Bu konuda en olumlu eleştirileri “Kaplumbağalar” romanı ile aldı.

Bununla birlikte Baykurt, roman ve hikâyelerine Türkiye’de yaşanan yapısal değişimi dönemsel olarak yansıtmaktan geri durmadı. Kurgusal eserlerinde rahatlıkla fark edilebilecek bir devinim ve değişim hep görüldü.

Sanatın halkla ilişki kurmasını, halktan beslenmesi gerektiğini vurguladı hep Fakir Baykurt... Ancak eserlerinde mahalli söyleyişe yoğun olarak yer vermesi ve şiveye dayalı anlatımdaki ısrarcı tutumu eleştirilmesine sebep oldu. Baykurt’un eserleri köy romanı ya da köy edebiyatı kategorisinde değerlendirildi. Ancak yazar kendi eserleri hakkında bu yargıya olumsuz baktı. Ona göre yazdıkları köyün ya da şehrin yaşamına ayna tutmaktaydı.

Baykurt, sadece köy gerçekliğini konu edinmedi. Almanya’ya göç eden Anadolu insanının iki kültür arasında kalmışlığını, yeni kimlik arayışını, farklı bir kültüre entegrasyon sürecinde yaşadığı değişim ve sorunları, kuşaklar arası çatışma ve farklılıklarını da anlattı.

Romanları, hikâyeleri, şiirleri, denemeleri, öz yaşam öyküsü, çocuk kitapları, halk masalları, değerlendirme yazıları ile eserleri çeşitlilik gösterdi. Kendi ifadesine göre O’nun için en uygun tür, romandı.

Bir söyleşide hikâye türünü ciddiye almasında etkili isimler olarak Sabahattin Ali, Sait Faik, Çehov ve Hemingway’i sayan Baykurt; romana geçişte hikâyeyi bir basamak olarak görmediğini belirtmiştir.

İlk öykü kitabı Çilli’den başlayarak öykülerinde; kesitleri değil geniş açılımları, bir ânın olayını değil geniş dönemlerin olaylarını işler. Romanlarında; Türkiye'deki köylü yaşamını, halkçı ve devrimci bir bakış açısıyla ele alır. Köylünün bilinci ve bilinçaltındaki istekleri, tepkileri, çelişkileri yansıtır.

1950-1970 döneminde etkili olan "Köy Edebiyatı Hareketi"nin önde gelen temsilcisi olur.

***

1951 yılında Muzaffer Hanım'la evlenir. Bu evlilikten 1957 doğumlu Işık ve 1958 doğumlu Sönmez ile 1962 doğumlu Tonguç dünyaya gelir.

1953 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü'ne girer. 1955 yılında ise Edebiyat Bölümü'nü bitirip Türkçe öğretmeni olur. Önce Sivas Lisesi'ne atanır, yılsonunda ise Hafik ilçesindeki Hafik Ortaokulu’na aktarılır. Aynı yıl ilk kitabı olan olan Çilli'yi, mektup yoluyla tanıştığı Samim Kocagöz'ün desteğiyle yayımlatır.

***

Ve en önemli eserlerinden Yılanların Öcü…

İki kez filmi de çekilen, Türk Edebiyatı’nın başyapıtlarından…

Memleket olaylarını, köydeki yaşamı, mazlum ve sömürülen ile yiğidin, zengin ile yoksulun yerini, sahip olduğu gücünü, sağladığı üstünlüğün üzerinde durduğu ve onları anlattığı eser. Bu zıtlığın ve ayrımın her yerde meydana geldiğini ve bulunduğunu savunmasına rağmen anlattığı konuyu köylünün kendi dilinden yazarak aktaran ve okuyucusuna sunan Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü romanı…

1957 yılında askere alınır Fakir Baykurt. Sivas Lisesi'ne atandığı ve bir otelde kaldığı sırada yazmaya karar verdiği ve kendi yaşamından yola çıkarak kurguladığı "Yılanların Öcü" adlı romanını askerliği sırasında izin günlerinde yazar.

“Yılanların Öcü” romanı ile 1958 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde; aralarında Halide Edip Adıvar, Orhan Kemâl, Behçet Necatigil, Haldun Taner'in de bulunduğu Seçiciler Kurulu tarafından Yunus Nadi Ödülü'ne değer görülür.

Eser, Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilir. Yılanların Öcü'nün tefrika edilmesinden sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri'nin talimatıyla Baykurt ve gazete hakkında soruşturma açılır. Fakat savcı tarafından takipsizlik kararı verilir. Baykurt, bu olaydan sonra da korkmamış; fikrini, düşüncesini zaman zaman Cumhuriyet gazetesinde yazmaya devam etmiştir.

***

Askerliğini Konya Astsubay Okulu'nda tamamladıktan sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanan Baykurt; 1959 yılında köy yaşamının sertliğini, yoksulluk, cahillik, sömürü, taassup ve batıl inançlarını anlatan “Efendilik Savaşı” adlı kitabını yayımlar.

Aynı yıl Cumhuriyet'teki bazı yazıları ve “Yılanların Öcü” romanı nedeniyle öğretmenlikten alınıp, Ankara'da Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü'nde görevlendirilir ve bir süre sonra da açığa alınır.

27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde gerçekleşmiş ilk askeri darbe olarak kabul edilen ihtilâlden sonra Ankara İlköğretim Müfettişliğine atanır. “Efkâr Tepesi” adlı kitabı 1960 yılında yayımlanır.

Efkâr Tepesi, Fakir Baykurt'un 1959-1960 yılları arasında çeşitli yayın organlarında çıkan yazılarını topladığı eseridir. Gerçek hayattan alınmış ve anı şeklinde anlatılmış öykülerden oluşur. Partizanlık, din sömürüsü, köyün yoksulluğu, köylünün cahilliği, okur-yazarlık, kız çocuklarının okula gönderilmemesi gibi konuları ele alır.

Fakir Baykurt’un Artvin ili Şavşat ilçesinde Türkçe öğretmeni olarak çalıştığı sırada yazdığı eser; adını, ilçenin batısında ve çevre köylere hâkim bir yerde bulunan Efkâr Tepesi'nden alır. Baykurt, eseri, bu tepeden aşağıyı seyrederken yazmıştır.

***

“Yılanların Öcü” romanı, 1961 yılında tiyatroya uyarlanır ve Devlet Tiyatroları'nda sahnelenmek istenir. Ne var ki; bütçe görüşmeleri sırasında Meclis'te ve Cumhuriyet Senatosu'nda romanla ilgili tartışmalar yapılmış, ‘kuvvetli sol görüşler taşıdığı’ öne sürülmüş ve oyunun provaları durdurulmuştur.

Yılanların Öcü, 1962 yılında filme uyarlanır. Sansür Kurulu tarafından filmin Türkiye içinde ve dışında gösterilmesi reddedilen film, Çankaya Köşkü'nde Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e izlettirilir. Cumhurbaşkanının destek vermesine rağmen gösterime sokulmayan filmi, mecliste milletvekillerinin izleyip gösterim iznine karar vermesi kabul edilir.

Gösterilen tepkiler ve yaşanan tartışmalar üzerine mecliste plânlanan gösterim yapılmadan sansür kaldırılır. Ankara'daki Ulus Sineması’nda yapılan gala gecesinde Fakir Baykurt, saldırganlar tarafından hırpalanır. Zordur bu topraklarda fikrini söylemek dostlar. Zordur, erk’le aynı yönde düşünmemek. Tüm Türkiye’de 60’a yakın sinema, filmin gösteriminin yapıldığı ilk gün saldırıya uğrar.

***

1962 yılında “Onuncu Köy”, “Karın Ağrısı”, “Irazca'nın Dirliği” kitaplarını yayımlayan Fakir Baykurt; Amerika Birleşik Devletleri'ne giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür.

1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim Müfettişliği görevini sürdürür. “Onuncu Köy” Bulgarcaya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır.

“Yılanların Öcü” ile “Irazca'nın Dirliği” de Almanya'da, “Die Racheder Schlangen” adıyla basılır. Bu dönemde “Yılanların Öcü” Rusçaya da çevrilir.

Fakir Baykurt, 1965 yılında Türkiye Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu içinden gelen 92 öğretmen ile birlikte Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS)'nın kuruluşunda yer alır ve sendikanın ilk genel başkanı seçilir.

Her aydında olduğu gibi rahat bırakılmaz Fakir Baykurt da…

İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak, 1966 yılında yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü'ne uzman olarak atanır. Bu sırada “Kaplumbağalar” ve “Amerikan Sargısı” romanlarını yayımlar. 1967 yılında, “Onuncu Köy” Rusçaya çevrilir. TÖS'teki çalışmaları nedeniyle sık sık kovuşturma geçiren yazar, Gaziantep'in Fevzipaşa ilçesinde bulunan Gaziantep Fevzipaşa Ortaokulu Türkçe öğretmenliğine gönderilir.

Ünlü romanlarından biri olan ve bir genç kızın yaşlı bir ağa ile evlendirilmeye karşı çıkarak var olma mücadelesi verişini konu edinen Tırpan 'ı, 1967 yılında, Fevzipaşa'daki görevi sırasında kurgular.

***

Fakir Baykurt, 1969 yılında, dört günlük Büyük Öğretmen Boykotunu gerçekleştirmek için TÖS yöneticileri ile birlikte Türkiye'yi dolaşmıştır. Eylem, Türkiye'deki tüm öğretmenlerin %70’ini oluşturan 109 bin öğretmenin katılımı ile 15-18 Aralık'ta gerçekleştirilir.

Eyleme katıldıkları için 50 bin 300 öğretmen kovuşturma geçirir. Baykurt da öğretmenler boykotuna katıldığı için 1969 yılında bir kez daha açığa alınır. “Tırpan” adlı romanını bu sırada tamamlar. Bu romanı, TRT Roman Ödülü ve Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'ne değer görülür.

1970 yılında ayrıca "Sınırdaki Ölü" ile de TRT Öykü Ödülü'nü alan Fakir Baykurt, Danıştay kararıyla görevine geri döner. Ankara'ya ODTÜ Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir.

***

12 Mart 1971 Muhtırasından sonra TÖS Davası'nda bir numaralı sanık olarak yargılanan Baykurt, uzun süre tutuklu kalmıştır. Tutukluluğu sırasında kapatılan TÖS'ün yerine kurulacak bir dernek için çalışmalara başlar. Ve sonucunda yine arkadaşları ile birlikte Tüm Eğitim Öğretim Emekçileri Birleşme ve Dayanışma Derneği’ni (TÖB-DER) kurarlar.

TÖS Davası bitmeden kamuoyunun baskısıyla af yasası çıkar. Ancak Baykurt ve arkadaşlarının aftan yararlanmayı reddetmesiyle tutuklulukları devam eder. Burada bir parantez açmak istiyorum kıymetli dostlar. İşte dava budur. İşte inandığın doğrular için kendini bile feda etme, mücadele budur. Şu zamanda ne yazık ki böyle bir davranışı görmemiz mümkün değil.

Fakir Baykurt, tutukluluğu sırasında 1971'de “Tırpan” adlı kitabı ile Türk Dil Kurumu Roman Ödülü'nü kazanmıştır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar, askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır.

Cezaevinde yazdığı “Can Parası” “Köygöçüren” ve “İçerdeki Oğul” adlı kitapları 1973 yılında yayımlanır. Can Parası, Sait Faik Ödülü'ne değer görülmüştür.

1975 yılında Askeri Yargıtay’da TÖS Davası'ndan beraat eder. Yine cezaevinde iken kurguladığı “Keklik” adlı romanını cezaevinden çıktıktan sonra yazıp yayımlar.

***

1976 yılında Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan emekli olan Fakir Baykurt, Madaralı Roman Ödülü'nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç’te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve aynı yıl “Yayla” romanı yayımlanır. Tüm eserleriyle birlikte Frankfurt Uluslararası Kitap Fuarı’na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre’ye geziler yapıp göçmen işçilerle iletişim kurar.

Fakir Baykurt tiyatro oyunları da yazmıştır. 1976 yılında yazdığı “Sakarca” adlı tiyatro oyunu, 1978 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahnelenir. Aynı yıl yazdığı “Kara Ahmet Destanı” ile 1978 Orhan Kemâl Roman Ödülü'nü kazanır.

1978 yılı aynı zamanda Fakir Baykurt’un Kültür ve Turizm Bakanlığı'nda danışmanlık yapmaya başladığı yıldır. Yine o yıl içinde “Anadolu Garajı” ve “Tırpan” adlı kitaplarını yayımlar.

Tırpan, yazıldığı yıl olan 1978'de tiyatroya uyarlanarak Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya’da oynanır.

1979’da Almanya, Duisburg’a gönderilerek ‘Yabancı Çocuk ve Bölgesel Çalışma Kurumu’nda eğitim uzmanı olarak çalışmaya başlar. Rur Havzası’nda Türk işçi çocukları için başlatılan bir programda görev alır. Ve Duisburg’a yerleşir.

Bu dönemde ODTÜ’de öğrenci olan oğlu Tonguç, ertesi yıl kızı Işık tutuklanır.

***

1980 yılında Tırpan oyunu İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahneye konularak iki mevsim oynanır. Tırpan'dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, "Avni Dilligil En Başarılı Yazar" ödülüne değer görülür. Suna Pekuysal da bu oyundaki rolü ile "En Başarılı Oyuncu" seçilir.

Tırpan ve Sakarca oyunları, 1981 yılında, İsveç’te çizgi film yapılır ve Macarcaya da çevrilir. Baykurt'un öyküleri Gürcistan’da da kitap olarak basılmıştır.

Almanya’daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri "Gece Vardiyası", işçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri "Barış Çöreği" adıyla yayımlar. Kitaptan yapılan seçmeler, Almanya ve Hollanda’da iki dilli olarak yayınlanır.

Fakir Baykurt, tiyatro oyunları yazma dönemine girmiştir. 1983 yılında “Yüksek Fırınlar” kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç’la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapan Baykurt; Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana’ya giderek Lev Nikolayeviç Tolstoy’un Yurtluğu’nu ziyaret eder.

1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanan Fakir Baykurt’un; “Gece Vardiyası” ve “Kara Ahmet Destanı” Almanca, “Yılanların Öcü” ile “Irazca’nın Dirliği” Bulgarca basılır.

Türkiye’de “Barış Derneği İkinci Davası”nda sanık olarak aranan Fakir Baykurt, 1985 yılında “Gece Vardiyası” ile Alman Endüstri Birliği’nin Yazın Ödülü’nü almıştır.

“Dünya Güzeli” ve “Saka Kuşları” adlı kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılan Fakir Baykurt, 1986 yılında Duisburg’ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi’nin yönetiminde görev alır.

Burada “Duisburg Treni”ni yazan ve basan Baykurt, aynı yıl Kopenhag’ta Dünya Barış Kongresi’ne katılır.

***

1987, Fakir Baykurt için çok önemli bir yıldır.

1987 yılında, “Keklik” adlı romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılmıştır. O yıl Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı; Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır.

Aynı yıl “Sakarca” adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Ve Türkiye-Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıl dönümü konferansına katılır.

Fakir Baykurt barış yanlısı bir yazardı ama aynı zamanda savaş karşıtıydı da… Bu iki kavram aynı gibi görünmesine rağmen farklıdır dostlar. Fakir Baykurt’un ismini daha önce duymamış, yazdığı hiçbir şeyi okumamış olanlar bile 1987 yılında yazdığı “Nedir Savaş?” şiirinde bu durumu anlayabilirler:

“En ucuz tüfekle yoksul eve bir banyo,

Bir topla oyun yeri mahalle çocuklarına.

Bir tankla on derslikli on okul,

Bir uçakla yedi köye bir hastane,

İki denizaltıyla üç ırmak çöle ulaşır…

Bir roketle koca şehir kurulur.

Bir taburun postallarıyla çocuklar,

Kızamıktan kurtulur…

Beş yıl birikse bir kolordunun parası,

Kansere ilaç bulunur.

Ölenlere dikilen anıtlar da para.

Kalanlara nişanlar kolayla mı takılır?

Bir ordunun bütçesiyle, on il bağlık bahçelik olur.

Düşün, ne yer, kaça semirir bir general?

Bırak atom savaşlarını bir an,

İki komşu arasında sıradan bir savaşı düşün.

Kimileri yıllar yılı bitmiyor…

Atılan bombalar, harcanan mermiler;

Alın teri vergilerden,

Yakılıp yıkılmış bir şehir,

Kolayla mı yapılır yeniden?

Evlerin asansörü, merdiveni, penceresi;

Bir düşün serin kanla lütfen.

Dirilir mi yirmisinde ölen asker, askerler?

Bir düşün serin kanla, ya da sor bir uzmana.

Yanıtla şu küçük soruyu rica ederim:

Aptallık değil de nedir,

Nedir savaş?”

“Dirilir mi yirmisinde ölen asker, askerler (…) Aptallık değil de nedir? Nedir savaş?” Muhteşem sözler dostlar. Öylesine derin ki, şiiri öyle usta işi ki…

Evet, aptallık. Ama insan da aptal zaten ve savaşmadan duramıyor. Çıkarı olarak gördüğü şeyler için savaşıyor ve diğer insanların çıkarlarını yok sayıyor.

***

1988 yılında, “İçerdeki Oğul”u oyun olarak tekrar yazar Fakir Baykurt… Abdurrahman Çetinkaya ile birlikte Gürcü şair Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçeye çevirir. Kitap, “Eninde Sonunda” adıyla Almanya’da basılır.

1989 yılında “Kuru Ekmek” romanını yazar. Aynı yıl “İçerdeki Oğul”, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de “Bir Uzun Yol” adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nâzım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.

1991 yılında ortaokul öğrencileri için, “Kalem – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar. Aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün “Literaturcafé Fakir Baykurt” adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. “Bir Uzun Yol”un Almancası “Ein langer Weg” adıyla yayımlanır.

Edebiyata şiirle başlayan Baykurt’un sadece iki şiir kitabı yayımlanmıştır. 1989 yılında yayımlanan Bir “Uzun Yol” ve 1997 yılında yayımlanan “Ateş Dikenleri”

***

1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Ve “Bizim İnce Kızlar” adlı öykü kitabı basılır.

1999 yılının Nisan ayında yapılan genel seçimlerde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili adayı olur.

Bu kadar üretimler, mücadeleler yormuştur artık Fakir Baykurt’u. 2 Eylül 1999 tarihinde karaciğer tahlil sonuçlarının kötü çıkması üzerine Essen Üniversitesi Kliniği’ne havale edilir.

11 Ekim 1999 Pazartesi günü, vatanından uzaklarda, tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek hayatını kaybeder.

Zincirlikuyu Mezarlığı'nda yatar şimdi ebedi istirahatgâhında. Anısına, dik duruşuna, yaşama ve Türk Edebiyatı’na katkılarına saygıyla…




ARŞİV YAZILAR